Bir zamanlar, büyük bir vadinin ortasında, işleyişi kusursuz görünen bir fabrika vardı. Bu fabrika, çalışanlarının gülümsemesiyle parlayan geniş pencereleri, birbirine bağlı koridorları ve herkesin emeğine saygı duyan bir yönetimiyle tanınırdı. Fabrika, dünya çapında bir üne sahipti. Çünkü burada uygulanan “Toyota Tarzı Üretim Sistemi” adalet, insana saygı ve liderlik ilkeleri üzerine kurulmuştu. Herkesin bildiği bir gerçek vardı: Bu fabrikanın başarısının anahtarı, çalışanlarının mutluluğuydu.
Fakat bir gün, hiç beklenmedik bir şekilde, fabrikanın havası değişmeye başladı. Bu değişiklik, dışarıdan gelen kimsenin hemen fark edemeyeceği kadar inceydi. Fakat içeride çalışanlar, bir şeylerin farklı olduğunu hemen hissettiler. Sabah kahvelerinin tadı bile değişmiş gibiydi. Üretim hattında daha önce gözlerinden ışıltılar eksik olmayan işçiler, yavaş yavaş sessizleşmeye, birbirlerinden uzaklaşmaya başlamışlardı. Herkes, bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı ama kimse ne olduğunu tam olarak anlamıyordu.
Fabrikanın lideri Harun, bu değişikliklerin farkına vardığında, iş işten geçmişti bile. O, her zaman işçilerinin refahını ve mutluluğunu ön planda tutan, adalet duygusuyla tanınan bir liderdi. Ama bir süredir, işlerin akışında bir aksama, bir huzursuzluk sezmişti. Ancak, yoğun toplantılar ve bitmek bilmeyen raporlar arasında bu huzursuzluğun nedenine bir türlü vakit ayıramamıştı.
Bir sabah, Harun’un ofisine beklenmedik bir ziyaretçi geldi. Bu ziyaretçi, fabrikanın en deneyimli ustalarından biri olan İsmail’di. İsmail, kırlaşmış saçları ve ellerindeki nasırlara inat gülümsemesiyle tanınan, fabrikanın ruhu gibiydi. Ancak o gün İsmail’in yüzünde alışılmadık bir ciddiyet vardı.
“Harun Bey,” diye başladı İsmail, “Bir şeyler çok yanlış gidiyor. İnsanlar burada kendilerini güvende hissetmiyorlar. Adaletin kaybolduğunu düşünüyorlar.”
Harun şaşkınlıkla kaşlarını çattı. “Ne demek istiyorsun, İsmail? Fabrikamızda adalet her zaman ön planda olmuştur.”
İsmail derin bir nefes aldı ve gözlerini Harun’a dikti. “Adalet, gözle görülmeyen ama hissedilen bir şeydir, Harun Bey. Eğer insanlar adaletin kaybolduğunu hissederlerse, işte o zaman işler yolunda gitmemeye başlar.”
Harun, İsmail’in söylediklerinden etkilenmişti ama ne yapması gerektiğini tam olarak bilemiyordu. Bu yüzden, adaletin gerçekten kaybolup kaybolmadığını görmek için üretim hattını dolaşmaya karar verdi. Bir süre sonra, kendini işçilerin arasında buldu. Her biri, kendi işinde ustalaşmış, yıllardır fabrikada çalışan insanlardı. Ancak, Harun bu sefer onların yüzlerinde alışık olmadığı bir ifade gördü; bu ifade, sessiz bir öfkeydi.
Harun, bir işçiye yaklaşıp sordu: “Neden böyle sessizsin? Bir sorun mu var?”
İşçi omuz silkti. “Sorun yok Harun Bey, sadece… Bazılarımızın diğerlerinden daha değerli olduğunu fark ettik.”
Bu sözler Harun’un kalbine bir hançer gibi saplandı. Nasıl olur da böyle bir düşünce ortaya çıkmış olabilirdi? Fabrikanın ruhu, adalet üzerine inşa edilmişti. Ama şimdi, bir şeyler bu adaleti sarsmıştı. Harun, cevabı bulmak için derin bir iç gözleme ihtiyaç duyduğunu fark etti.
O gece Harun, ofisinde yalnız başına otururken, aklına Aydınlanma Çağı’nın büyük filozofu Immanuel Kant geldi. Kant’ın öğretileri, ahlaki yargının rasyonelliği üzerine kuruluydu. Eğer fabrikada adalet kaybolmuşsa, bu yalnızca ahlaki bir bozulma değil, aynı zamanda rasyonel düşüncenin de zayıflaması anlamına geliyordu. İnsanlar artık kendi davranışlarını rasyonel ve ahlaki yargılara göre değil, önyargılara ve kişisel çıkarlarına göre değerlendiriyorlardı.
Harun, Kant’ın bu öğretisinden ilham alarak fabrikanın en eski ve en güvenilir liderlerini topladı. Bir toplantı düzenleyerek, adaletin kaybolduğunu ve bunu yeniden tesis etmek için bir şeyler yapmaları gerektiğini açıkladı. Liderlerden biri, “Peki ama nasıl? İnsanlar artık kendi haklarının korunmadığını düşünüyorlar. Güvenlerini nasıl geri kazanabiliriz?” diye sordu.
Harun, derin bir nefes aldı ve “Cezalandırmaktan ve ödüllendirmekten daha fazlasını yapmalıyız,” dedi. “İnsanların kendilerini değerli hissetmeleri için bir liderin görevi, kendisi yerine geçebilecek en az üç lider yetiştirmektir. Liderliğin gerçek anlamı budur. İnsanlara adil olduğumuzu göstermemiz ve bunu hissetmelerini sağlamamız gerekiyor.”
Ancak işler hiç de kolay değildi. Fabrikada bazı işçiler, hak ettiklerinden daha az ödüllendirildiklerine ve yeterince takdir edilmediklerine inanıyordu. Diğerleri, cezalandırma sisteminin adil olmadığını, sadece bazı kişilere uygulanıp diğerlerine göz yumulduğunu düşünüyorlardı. Bu karmaşa, fabrikada büyük bir kaosa neden oldu. Verimlilik düştü, hatalar arttı ve fabrikada bir zamanlar var olan uyum kayboldu.
Bir gün, fabrikanın genç ve yetenekli mühendislerinden biri olan Ayşe, Harun’un yanına geldi. “Harun Bey, adaleti yeniden tesis etmek için herkesin katılabileceği açık bir toplantı yapmayı öneriyorum,” dedi. “Her işçinin, sorunlarını ve fikirlerini özgürce ifade edebileceği bir platform oluşturmalıyız.”
Harun, bu öneriyi kabul etti. O gece, tüm işçileri fabrikadaki büyük salona topladı. Herkesin bir araya gelmesiyle, gerginlik hemen hissedildi. İlk başta kimse konuşmaya cesaret edemedi. Ama sonunda, İsmail elini kaldırdı ve “Adalet kaybolmuş olabilir ama biz onu geri getirebiliriz,” diye söze başladı. “Burada herkesin sesi önemli. Herkesin fikri değerli. Eğer birbirimize saygı duyarsak, adaleti tekrar inşa edebiliriz.”
Bu toplantı, fabrikada bir dönüm noktası oldu. İnsanlar, duyulduklarını ve önemsendiklerini hissettiler. Harun ve liderler, adaletin kaybolduğu noktaları tespit edip bu sorunları çözmek için adımlar atmaya başladılar. Yeni bir değerlendirme ve ödül sistemi oluşturuldu, şeffaflık artırıldı ve her işçinin hakları güvence altına alındı.
Zamanla, fabrikanın havası tekrar değişmeye başladı. İnsanların yüzlerine eski neşeleri geri döndü, verimlilik arttı ve işler yoluna girdi. Harun, liderliğin sadece kararlar vermek değil, aynı zamanda adaletin bekçisi olmak anlamına geldiğini bir kez daha hatırladı.
Adaletin geri dönüşüyle birlikte, fabrika yeniden eski görkemine kavuştu. Herkes, bir liderin en önemli görevinin, sadece işleri yönetmek değil, aynı zamanda adaletin ışığını hep canlı tutmak olduğunu anladı. Harun, bu hikayeden aldığı dersi asla unutmadı: Adalet kaybolursa, ahlak da kaybolur. Ama adalet yeniden tesis edilirse, her şey mümkün olur.
Ve böylece, fabrika vadinin ortasında parlamaya devam etti, adaletin ve insana saygının gücüyle…
NOT : Bu hikayedeki isim ve yaşananlar tamamen hayalidir. Bugün yazdığım yazıya Hasan abi çok fazla bilimsel dil kullandığım konusunda beni uyarınca bu masalsı dille yazıyı kaleme aldım. Adaletin kaybolduğu bir iş ortamında oluşabilecek kaosu ve bunun liderlik aracılığıyla nasıl yeniden tesis edilebileceğini masalsı bir dille anlattım. Adaletin önemini ve bir liderin bu dengeyi nasıl koruyabileceğini düşündürmeyi amaçladım.