Kötülük, insanlık tarihinin en eski sorularından biri olarak kalmıştır. Filozoflar, bilim insanları ve düşünürler, kötülüğün kökenlerini ve doğasını anlamaya çalışarak, bu karmaşık olgunun kökeninde ne yattığını keşfetmek istemişlerdir. Ancak kötülüğün doğasına dair kesin bir formül veya çözüm bulunmamıştır; bu da kötülüğü anlamayı daha zor hale getirir. Bilim ve felsefe ışığında baktığımızda, kötülüğün karmaşık yapısının birçok boyuttan oluştuğunu görebiliriz. Genetik, psikoloji, çevre, eğitim ve modern toplumun dinamikleri kötülüğün açığa çıkmasında birer etkendir, fakat bu faktörler tek başına kötülüğü açıklamaya yetmez.
Kötülük, felsefi açıdan iyi ve doğru olanın zıttı olarak tanımlanabilir. Eski çağlardan beri filozoflar kötülüğün doğasını sorgulamış; Platon, Aristoteles, Kant ve daha birçok düşünür kötülüğü insan doğasında tartışmışlardır. Kant’a göre kötülük, insanın kendi ahlaki yükümlülüklerine ihanet etmesi ile ortaya çıkar. Modern düşüncede ise kötülük daha karmaşık bir çerçevede incelenir: bireysel çıkar, güç arzusu veya toplum tarafından dayatılan normlara bir başkaldırı mı, yoksa insanın biyolojik ve psikolojik yapısında bulunan bir unsur mu?
Bilimsel araştırmalara göre kötülük; ahlaki, biyolojik, çevresel ve toplumsal faktörlerin bir karışımı olarak görülebilir. Örneğin, psikolojide “psikopati” ve “sosyopati” gibi kavramlar, kişinin başkalarının duygularını anlamada ve empati kurmada yetersiz olmasıyla ilişkilidir. Bu yetersizlik, kötülüğe yönelik eğilimlerin gelişmesine yol açabilir. Ancak kötülüğü sadece psikolojik terimlerle sınırlamak da yeterli bir açıklama olmayabilir.
Bilim dünyası genetik araştırmalar aracılığıyla bazı insanların diğerlerine göre daha “kötü” olmaya yatkın olup olmadığını araştırmaktadır. Genetik alanda yapılan çalışmalar, şiddet, saldırganlık ve antisosyal davranışlarla ilişkilendirilen bazı gen varyasyonlarının var olduğunu gösteriyor. Örneğin, “MAOA” (monoamin oksidaz A) geni, halk arasında “savaşçı gen” olarak bilinir ve bazı araştırmalar bu genin düşük seviyelerde serotonin ürettiğini, bunun da agresif davranışlara yatkınlığı artırabileceğini gösteriyor.
Ancak bu genetik faktörlerin kötülüğün nedeni olup olmadığı hâlâ tartışma konusudur. Genlerin bireyin davranışları üzerinde bir etkisi olduğu doğru olsa da, çevresel faktörler ve bireysel tercihler, genetik yatkınlığın kötü niyetli eylemlere dönüşmesinde belirleyici rol oynayabilir.
Psikologlar, çocukların aile içinde gördüğü tutumların, büyüdükleri çevrenin ve maruz kaldıkları travmatik deneyimlerin ilerleyen yaşlarda kötülüğe eğilimli bireyler olmalarına katkıda bulunabileceğini savunurlar. Ailede şiddet gören veya duygusal istismara uğrayan çocuklar, kendilerini koruma ya da intikam alma amacıyla zamanla saldırgan davranışlar geliştirebilir.
Çevresel faktörlerin kötülük üzerindeki etkisi konusunda yapılan araştırmalar, bireyin yakın çevresindeki insanlarla olan etkileşiminin büyük önem taşıdığını gösterir. Eğer birey kötü örneklerin olduğu, empati ve ahlaki değerlerin yeterince teşvik edilmediği bir ortamda yetişiyorsa, kötülüğe eğilim artabilir. Ancak bu durum, kötülüğün yalnızca dış etmenlerden kaynaklandığını iddia etmek anlamına gelmez; içsel faktörlerin de önemli bir rolü vardır.
Eğitim, genellikle bireylerin kötü düşünce ve davranışlardan kaçınmasını sağlamak için güçlü bir araç olarak görülür. Ancak, yüksek eğitimli bireylerde dahi kötülüğün görülmesi, eğitim sisteminin kötülüğü engellemekte yetersiz kaldığına dair bir işarettir.
Bir başka açıdan bakıldığında, toplumsal dinamikler de bireylerin kötülüğe yönelmesinde etkilidir. Örneğin, haksızlığa uğrayan veya toplumda dezavantajlı bir konuma sahip olan bireylerin, sisteme başkaldırmak adına kötülüğe yönelmesi daha olasıdır. Toplumun bireye yüklediği etik değerler bazen bireylerin çelişkili davranışlar sergilemesine ve kötülüğü bir çözüm olarak görmelerine yol açabilir.
Sosyal medya, insanların kötülükleri çok daha hızlı ve yoğun bir şekilde deneyimlemesine neden oldu. Artık kötülüğün sınırları kalmadı; sosyal medya üzerinden yayılan sahte haberler, siber zorbalık ve manipülasyon, kötülüğün dijital bir biçim kazanmasına yol açtı. Birçok insan sosyal medya platformlarında manipülasyon veya taciz gibi kötülüklerle karşılaşıyor. Bu durum, kötülüğün sadece bireysel bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal bir meydan okuma haline gelmesine neden oluyor.
Kötülüğün günümüzde giderek daha belirgin hale gelmesi, toplumda bir endişe dalgası yaratıyor. Özellikle sosyal medyada yayılan kötü olayların fazlalığı, insanların kötülüğü konuşur hale gelmesine sebep oluyor. Ancak kötülüğün bu yaygınlaşan yüzü karşısında sessiz kalmak, onun varlığını güçlendiren bir etken olabilir.
Durgun bir kasabanın en işlek sokağında küçük bir ev vardı. Bu evde Emine ve kızı Zehra yaşıyordu. Emine, kocasını yıllar önce bir kazada kaybetmiş ve küçük kızıyla yalnız kalmıştı. Geçim sıkıntısı, kimsesizlik ve çaresizlik içinde kıvranan Emine, zamanla içine kapanmış ve kasabanın sakinlerinden uzaklaşmıştı.
Bir gün kasabaya yeni bir aile taşındı. Emine’nin evinin karşısında yaşayan bu yeni komşular, oldukça varlıklı ve görgülü görünüyordu. Emine, her gün onların mutlu, gülen yüzlerini görmekten rahatsız olmaya başladı. Zamanla içindeki kıskançlık, öfkeye dönüştü. Zehra, komşu çocuklarıyla arkadaş olmak isterken Emine, onu sürekli yasaklayıp eve kapatmaya başladı.
Zehra’nın okulda sevdiği bir elbiseyi giyen başka bir çocuğu kıskanmasıyla başlayan hırçınlıkları, zamanla Emine’nin onu yönlendirmesiyle daha da büyüdü. Emine’nin etkisiyle Zehra, çocukları arkadaşlıklarına güvensizlik sokarak birbirine düşürmeye başladı. Küçük yalanlarla çevresindekilere kötülük etmeyi bir oyun gibi görüyordu artık. Bu kasvetli eğitimle büyüyen Zehra, genç bir kız olduğunda çevresine zarar vermekten çekinmeyen, manipülatif bir birey olmuştu.
Kasaba sakinleri, Zehra’nın soğuk ve acımasız tavırlarından tedirgin olmaya başladılar. Annesinden gördüğü şekliyle, kötülüğü normalleştirmiş, kendini diğer insanlardan üstün görmeye başlamıştı. Bu yıkıcı döngü, Emine’nin çevresine duyduğu nefretin, Zehra’da can bulmasıyla son buldu.
Bu hikâye, kötülüğün doğuştan mı yoksa yetişme şeklimizle mi oluştuğuna dair soruları yeniden düşündürüyor. Kötülük bir seçim mi, yoksa şartların bizi sürüklediği bir sonuç mu?
Kötülüğün karmaşıklığı, onu tek boyutlu bir şekilde açıklamayı imkansız hale getirir. Kötülüğü anlamaya çalışırken, yedi temel boyutunun olduğuna inanıyorum:
- Zaman: Kötülüğün gelişimi ve kökeni, bireyin hayatındaki belirli zamanlarda yaşadığı olaylara bağlı olabilir. Erken çocukluk dönemindeki olumsuz deneyimler, yetişkinlikte kötülüğe eğilimi artırabilir.
- Beslenme: Biyolojik gelişimi etkileyen beslenme, bireyin beyin kimyasını doğrudan etkileyerek dürtü kontrolünü şekillendirebilir. Sağlıklı beslenmeyen bireylerin bazı psikolojik rahatsızlıklara daha yatkın olduğu bilinmektedir.
- Öğrenme: Bireyin aileden, çevreden ve okuldan öğrendiği değerler ve davranışlar, kötülüğe eğilimli olup olmamasını etkiler. Ahlaki ve etik değerlerden yoksun bir eğitim süreci, bireyi daha bencil ve çıkarcı hale getirebilir.
- Çevre: Bireyin içinde bulunduğu fiziksel ve sosyal çevre, kötülüğe olan yatkınlığını doğrudan etkiler. Şiddet ve ayrımcılığın yaygın olduğu ortamlarda büyüyen bireyler, kötülüğü daha normal bir olgu olarak görebilir.
- Genetik Yapı: Genetik faktörler, bireyin şiddete ve saldırganlığa yatkınlığını belirlemede önemli bir rol oynar. Ancak genetik yapı, çevresel faktörlerle birleştiğinde kötülüğün ortaya çıkma olasılığını artırır.
- Toplumsal Normlar ve Dinamikler: Toplumun bireye dayattığı normlar, kötülüğün algılanma şeklini etkiler. Toplum tarafından kabul gören davranışlar, bazı bireyler için kötülüğe yol açabilir.
- Dijital Etkileşim: Özellikle sosyal medya ve dijital platformların etkisi, kötülüğün yayılmasını hızlandırır. İnsanlar, dijital ortamda başkalarına zarar vermekten çekinmeden kötülüğün bir parçası olabilirler.
Kötülüğün bu yedi boyutlu doğası, onun çözülemeyecek kadar karmaşık bir sorun olduğunu düşündürmektedir. Hem bireysel hem de toplumsal düzeyde çözülemeyen bu sorun, kötülüğün insan doğasında var olan bir unsur olup olmadığı sorusunu gündeme getirir. Kötülüğün çözümü, onun doğasını anlamaktan ve bu yedi boyutu dikkate alarak hareket etmekten geçer. Ancak bu yedi boyutun karmaşık yapısı, kötülüğün çözümünün oldukça zor ve kapsamlı bir bakış açısı gerektirdiğini ortaya koymaktadır.