ALAYINA KALAY: SOĞUKPINAR’DA DIRENIŞ VE HATIRLAYIŞ

Soğukpınar’ın sabahları, insanın yüzüne tokat gibi çarpan bir serinlikle başlardı. Gökyüzü ne gri ne mavi, köy sessizliği ise ne huzurlu ne de huzursuzdu. Her şey ortadaydı, tıpkı Remzi’nin hayatı gibi.
Remzi, ellisini geçmesine rağmen kendini yaşlı saymazdı. Ona göre yaşlılık durmaktı; oysa onun zihni hep hareket hâlindeydi. Geceleri uykusuz, sabahları işe adanmıştı. Elinde paslı çekiçle demire, bakıra, alüminyuma vurur, çıkan sesi dinlerdi. Ama en çok kalaya özlem duyardı. Artık ne kalay kalmıştı, ne de onu isteyen.
Köyde, bir zamanlar sokak aralarından eksik olmayan teneke sesleri susmuştu. Ocaklar sönmüş, kazanlar unutulmuştu. Bir zamanlar herkesin kazanını kalaylatmak için kapısını çaldığı Remzi, artık kahveye bile uğramayan bir hatıraya dönüşmüştü. Ama ne zaman ki Meryem köye geri döndü, rüzgâr yön değiştirdi.
Meryem, şehirde öğretmenlik yaparken içinden bir şeyler kopmuştu. Modernliğin yüzsüz ve hiçbir şeye doymayan hâlleri onu yormuştu. Emekliliğini alır almaz, çocukluğunun izlerini taşıyan Soğukpınar’a geri döndü. Yanında kitapları, defterleri ve unutulmuş oyunlara dair anıları vardı.
Meryem ile Remzi, aynı dünyanın farklı uçlarından gelen iki yorgun insandı. Aralarında bir sevda değil, ortak bir sıkıntı vardı. Çok konuşmazlardı ama birbirlerini anlardılar. Remzi, Meryem’e eskiden nasıl yakan top oynandığını anlatırdı; Meryem ise ona sobeciliğin gizli kurallarını.
Köydeki yeni nesil çocuklar bu oyunların adını bile bilmezdi. Tabletten baş kaldıran azdı. Meryem, bu unutulmuş oyunları bir araya getirip kitaplaştırmaya karar verdi. Remzi de ona destek oldu. Ama daha fikir aşamasında bile tepkiyle karşılaştılar. “Boş işlerle uğraşmayın,” dedi biri. Bir başkasıysa, “Kalaycı da yazar mı olurmuş?” diyerek alay etti.
Remzi’nin içi burkuldu. Bu köy bir zamanlar kazanı kalaysız bırakmazdı. Şimdi ise herkes dilini kalaya bulayıp yargı dağıtıyordu. “Kalayın pahalılığı, insanlığın ucuzluğuna denk gelmiş,” dedi bir akşam, ocağın başında.
Sonunda bir karar verdiler. Meryem oyunları yazacak, Remzi ise eski kazanları kalaylayacaktı. Ama bu kez gösteri için. Eski köy meydanında bir pazar kurulacaktı. Hem oyunlar oynanacak hem kalaycının şovu yapılacaktı. Belki yine güleceklerdi onlara, ama bu defa onlar sessizce direneceklerdi.
Hazırlıklar başladı. Remzi, eski eşyaları topladı: terk edilmiş kazanlar, kül içinde kalan taslar, delik tencereler… Meryem, okuldan kalma tahtaya tebeşirle “Birdirbir Nasıl Oynanır” yazdı.
Pazar günü geldi çattı. Meydan, köyden daha kalabalıktı. Çocuklar şaşkındı, büyükler sessiz. Remzi, o gün elli yıllık çekiciyle bir kazanı kalayladı. Kıvılcımlar etrafa saçılırken, Meryem çocuklara mendil kapmaca oynatıyordu. Bir çocuk “Bu ne oyunu?” diye sorduğunda, Meryem gülümsedi: — Unutulmuş bir şeyin yeniden hatırlanması oyunu.
Akşam olduğunda meydan sessizliğe büründü. Remzi, elinde kalaylı kazanla ayağa kalktı: — Alayınıza nispet, biz buradayız, dedi. Alkış yerine derin bir kabul sessizliği yayıldı. Çünkü insanlar, çoktan unuttukları bir şeyi hatırlamanın o tuhaf huzurunu hissetti.
Soğukpınar’ın gecesi, sabahından daha sakindi o akşam. Ama bu defa sessizlikte yorgunluk değil, direnmenin huzuru vardı. Kalay pahalıydı belki, ama Remzi’nin direnişi ondan da kıymetliydi. Meryem de bu hikâyeyi kaleme aldı: “Kalay ve Oyun: Bir Köyün Unutulan Hatırası.”
Aşk olmadan da iki insanın birlikte bir şeyi büyütebileceğini gösterdiler. Soğukpınar, yeniden hatırlanması gereken bir köy oldu.
Pazarın ardından köyde bir değişim başladı. Çocuklar sabahları erkenden çıkıp meydanda seksek çizmeye, istop oynamaya, misket yuvarlamaya başladı. Yaşlılar yıllardır söylemedikleri cümleleri kuruyordu: “Bizim zamanımızda…”
Ama bu sadece bir oyun meselesi değildi. Bu, unutuşa karşı bir direnişti. Ve bu direnişin karşısında duranlar da vardı. Muhtar Halit en çok bozulanlardandı. “Köyde şov yapıyorlar, sanki biz hiçbir şey yapmadık,” diye söyleniyordu. Oysa Halit, yazın gelen turistlere yol tarif etmeyi bile becerememişti. Şimdi ise meydanda çocuk kahkahası yankılanıyordu; bu da bazılarına dokunuyordu.
Bir sabah, muhtar köy meydanına zabıta çağırdı. Gerekçe: “İzinsiz etkinlik, gürültü kirliliği.” Remzi, haberi alır almaz atölyesinden çekiciyle çıktı. Bir şey yapmadı ama o çekiç elindeyken kimse ileri adım atmadı.
Meryem de sessiz kalmadı: — Ben öğretmenim, gürültünün sesini bilirim. Bu ses oyun sesidir, yaşam sesidir, dedi.
Bir hafta geçmeden sosyal medyada bir video yayıldı. Meryem’in bu sözleri ve Remzi’nin kıvılcım saçan kalay gösterisi “Direnişin Tahta Tebeşiri ve Çekici” adıyla paylaşıldı. Yüz binlerce kez izlendi.
Köye dışarıdan insanlar akın etmeye başladı. Kimisi oyunları öğrenmek, kimisi sadece Remzi’yi görmek istiyordu. Remzi şaşkındı: — Ben sadece bildiğimi yaptım, dedi. Meryem ise sessizce gülümsedi. Çünkü biliyordu: Bileni susturmak isteyen çok olur, ama susmayanın yankısı daha uzun sürer.
Soğukpınar’da artık çocuklar sokaktaydı. Oyunlar unutulmuyordu. Kazanlar yeniden parlıyordu. Direniş kazanıyordu.
Ve bir gün, köy meydanının kıyısına bir çocuk geldi. Elinde eski bir leğen, gözlerinde tanıdık bir merak vardı. Remzi’ye yaklaştı: — Bu da kalaylanır mı?
Remzi, leğene baktı. Paslıydı, kenarı eğilmişti ama hâlâ kullanılabilirdi. Çekici usulca kavradı: — Her şey, yeterince istenirse yeniden parlar, dedi.
O sırada Meryem, çocuklara yeni bir oyun anlatıyordu: — Bu oyun saklambaç gibi, ama kimse gerçekten kaybolmaz, dedi.
Çocuklar güldü, dağıldı. Gökyüzü Soğukpınar’ın üstünde yine ne griydi ne mavi. Ama bir şey değişmişti. Meydanda yankılanan ses artık yalnızca oyun ya da kalay sesi değildi. Bu, hatırlamanın sesi, unutuşa direnenlerin ayak sesiydi.
Ve köyün girişine bir tabela dikildi o hafta: “Alayına Kalay: Geri Dönüşler Müzesi Yakında Açılacak.”
Kimse ne zaman, kim tarafından dikildiğini görmemişti. Ama herkes biliyordu.
Hikâye bitmedi. Daha yeni başlıyordu.

Yorum bırakın