İLK DERSTE ÇALAN ZIL

Bugün yeni bir yazı serisine başlıyorum. Evet farklı bir dil ile sizlere anılarımı ve üniversite de Relaibility dersinde öğrendiklerimi anlatacağım. Her öykü bu derste öğrendiklerimden oluşacak. Karakterlerin gerçek hayat ile ilişkisi yoktur.

Üniversitenin kuzey tarafında kalan Makina Mühendisliği binasının üçüncü katı her zamanki gibi kalabalıktı. Koridorda yankılanan adımlar, çantaların sürtünme sesi, kantinden gelen tost kokusu ve uzaktan duyulan ders zili… Her şey alışılmış gibiydi ama bu dönem, o dönemlerden biri olmayacaktı.

Baran, elindeki defteri sıkıca kavrayarak 305 numaralı dersliğe yöneldi. “Reliability Mühendisliği” dersi yeni başlıyordu. İçeri girdiğinde sınıfın yarısı dolmuştu. Arka sıradaki cam kenarına oturdu. Her zaman yaptığı gibi.

Kapı açıldı. İçeri giren kişi, sıradan bir hoca görüntüsünde değildi. Gri saçları vardı ama yaşlı değildi. Üzerinde gömlek yerine sade bir siyah tişört, elinde klasik bir defter. Projeksiyona, tahtaya ya da bilgisayara hiç yönelmedi. Tahtaya sadece iki kelime yazdı:

“BAŞARISIZLIK NEDİR?”

Sınıfta bir sessizlik oldu.

“Ben Doç. Dr. Gündüz,” dedi. “Ama bana sadece Gündüz hocam deyin. Sizi çok notla yormayacağım. Yalnızca şu sorunun cevabını arayacağız dönem boyunca: Başarısızlık nedir?”

Öğrenciler şaşkındı. Melis elini kaldırdı. “Hocam, bu dersin adı Reliability değil miydi?”

Gündüz gülümsedi. “Evet. Ama güvenilirliğin özü, başarısızlığı anlamaktır. Başarının değil. Çünkü bir sistemin ne kadar güvenilir olduğunu bilmek için onun ne zaman ve nasıl çalışmayacağını anlamak zorundasınız.”

Sınıfın içinde küçük bir uğultu yayıldı. Bazı öğrenciler not almaya başlamıştı. Baran sadece izliyordu.

“Bugün biraz yürüyeceğiz,” dedi Gündüz. “Ben konuşacağım, siz düşüneceksiniz.”

Ders sonrası kampüs bahçesinde Melis ile Baran karşılaştı. Ağaçların altındaki banklara oturdular. Ellerinde kahve, önlerinde boş defter sayfaları. Gündüz Hoca’nın sözleri hâlâ kulaklarında çınlıyordu.

“Başarısızlık bir uçurum değilmiş,” dedi Melis. “Basamak gibiymiş. Dibe çökmeden önce durabileceğin seviyeler varmış.”

Baran kafasını salladı. “’Maksimum tolere edilebilir hata’, ‘minimum beklenen başarı’… Her şey gri alanlardan ibaretmiş aslında.”

Melis, notlarına baktı. “Dersin sonunda ne demişti? Başarıyı herkes farklı tanımlar ama başarısızlık konusunda herkes hemfikirdir.”

Baran düşündü. “Yani sistemin neden çalışmadığını anlamak, neden çalıştığını anlamaktan daha önemli.”

“Peki bu sadece makinalar için mi geçerli?” dedi Melis. “İnsanlar da böyle mi mesela?”

Baran sustu. İkisi de bir süre rüzgârda hışırdayan ağaçlara baktı.

Gündüz Hoca’nın ikinci dersi, sınıfı beklenmedik bir deneyle karşı karşıya bıraktı. Herkese bir senaryo verdi:

“Üniversiteye başladınız. Hedefiniz dört yılda mezun olmak.”

Senaryo, altına altı farklı sonla devam ediyordu:

  1. İlk yıl sonunda okuldan atıldınız.
  2. Altı yılda, 2.5 ortalamayla mezun oldunuz.
  3. Dört yılda 3.0 ortalamayla çıktınız.
  4. Dört yılda 3.5 ortalama ve bir onur belgesiyle mezun oldunuz.
  5. Dört yılda 4.0 ile mezun olup tezinizle ödül aldınız.

Hoca tahtaya döndü: “Hangisi başarısızlıktır? Hangisi başarı? Hangisi kabul edilebilir?”

Sınıf sessizdi. Herkes farklı düşünüyordu. Cevaplar kişiseldi ama Gündüz Hoca’nın bakış açısı farklıydı.

“Makina gibi düşünün,” dedi. “Bir uçak motoru, gökyüzünde 10.000 metre yükseklikte çalışmayı bırakırsa bu tam başarısızlıktır. Ama bir pompa, beklendiğinden düşük verimle çalışıyorsa bu bir tolerans içi arızadır. Belki sistem hâlâ çalışıyordur.”

Baran defterine küçük bir grafik çizdi: Başarı <—> Başarısızlık spektrumu. Ortada, tolerans aralığı.

Bir akşam, kampüs kütüphanesinde, Baran tek başına reliability fonksiyonlarını inceliyordu. Karşısındaki PDF çıktılarında şu cümle dikkatini çekti:

“Reliability is the probability that a component or system will perform its intended function for a specified period of time.”

Kalemiyle altını çizdi. Altına şunu yazdı:

“Zamanla sınırlı güven. Sonsuz değil. Şartlı.”

Bir sistem güvenilirdir, çünkü belirli bir zaman aralığında belirli koşullarda çalışacağı varsayılır. Sonsuza kadar değil. Her sistemin bir kırılma noktası vardır. Her insanın da.

Dönem ortasına gelindiğinde, öğrenciler artık “reliability” kelimesine sadece teknik bir tanım olarak bakmıyorlardı. O artık bir düşünme biçimiydi.

Melis, bir gün kantinde, arkadaşlarına şöyle dedi:
“Reliability sadece makina değil. Bir arkadaşının güvenilirliği de bu değil mi? Ne zaman, ne şartta, hangi yükü kaldırabilir, bunu bilmek…”

Gündüz Hoca’nın dersi, nottan çok soru bırakıyordu kafalara.

Dönem sonunda öğrencilerden tek bir proje istendi. Başarı ve başarısızlık kavramını bir sistem özelinde analiz etmeleri.

Baran, şu başlığı attı raporuna:

“Başarısızlık korkusu değil, başarısızlığı anlama sorumluluğu.”

Altına şu cümleyi ekledi:

Bir sistemin en güçlü yanı, hiçbir zaman tam başarıya ulaşmak değil; tam çöküşü önlemektir.

Yorum bırakın