VERİMLİLİĞİN ANATOMİSİ – BİR NESLE NOT

Verimlilik.
Tek bir kelimeyle kaç çağrışım yapılabilir? Zaman. Para. Adet. Hız. Puan. Oran. Skor. Belki bir uygulama ekranında dönen sayılar kadar mekanik, belki de bir sınav sonucuyla gelen burukluk kadar gerçek. Ama aslında verimlilik sadece ölçülen şey değildir. O, neden ölçtüğümüzün hikâyesidir.

Bu yazıyı yazmamın nedeni basit:
Üretim bandının sonunda hâlâ bir insan parmağı varsa, grafik çizgilerinin ötesinde bir hikâye hâlâ varsa, o zaman mesele sadece “kaç adet üretildiği” değil, “neden bu kadar üretildiği”dir.

Li Cheng sabah altıda kalkıyor. Ayakları hâlâ sıcak çoraplarına alışamadan fabrika zeminine basıyor. Elindeki tornavida gibi alışkanlıkla dönen günler…
Naomi, metal parçaları mühürlerken kulaklığından akan lo-fi melodilere tutunuyor.
Alessio, direksiyonun plastik kokusuyla karışmış parmak izi bırakıyor her üretimde.
Bunlar verimlilik değil sadece. Bunlar, sistemin içinde kaybolmamaya çalışan insanların sessiz çığlıkları.

Ama neden önemli bu çığlıklar?

Çünkü dünya devleri üretim rakamlarını paylaşırken, basın bültenlerinde hep aynı kelimeyi kullanıyor: verim.
Ama her ülke, her şirket ve hatta her insan için bu kelimenin anlamı bambaşka.

Bir Asya devi, yılda milyonlarca parça üretiyor ama kişi başına verim düşük. Sistem o kadar büyük ki artık kendi ağırlığının altında eziliyor. Kimseyi işten çıkarmıyorlar, kimse hızlanamıyor. Verimlilik, burada bir tür “sosyal dengeyle cezalandırılmış matematik”.

Bir Avrupa üreticisi, butik çalışıyor. Çalışan sayısını azaltmış, maliyeti kısmış ama verim yine artmıyor. Her şey doğru gibi ama eksik olan bir şey var: ruh. Sanki tutkulu ama artık yorulmuş bir besteci gibi. Besteyi hâlâ yazıyor ama artık kimse dans etmiyor.

Bir uzak doğu mucizesi: Kişi başına 2.36 araç. Rakamlar şahane. Ama kaç unutulmuş fikir, kaç yutulmuş kelime var bu başarıda? Belki de bu sistem insanı değil, insan sistemi sürüklüyor gibi görünürken aslında onu yavaş yavaş emiyor.

Bir Amerikan firması, hâlâ dengede. Üretim orta seviyede, kâr yüksek. Ama bu denge, sürekli yeniden yazılan bir roman gibi. Bir an durursa, her şey çökebilir. İnnovasyon bağımlılığı bir tür yaratıcı tükenmişliğe dönüşebilir.

Ve bir Avrupa ikonu—lüks segment. Ayda sadece bir araç üretiyor ama fiyatı milyon dolar. Marka değeri göğü delmiş. Ama toplumun büyük kısmı sadece bakabiliyor. Ulaşmak mümkün değil.
Verimliliği artık parayla ölçüyoruz ama neyle etki ettiğine pek bakmıyoruz.


Bu tabloyu çizmemin nedeni şu:
Verimlilik artık sadece bir KPI değil.
O bir ahlaki pusula, bir insanlık turnusolu.

Daha fazla üretmek değil, daha doğru üretmek gerekiyor.
Daha hızlı olmak değil, daha anlamlı olmak gerekiyor.

Enerji krizi yetmedi, iklim krizi de uyarı olmadı. Şimdi yeni krizle tanışıyoruz: anlam krizi.
Z kuşağının “ben neden buradayım” sorusuna, Excel tabloları cevap veremiyor.
VUCA çağının sisli sokaklarında sadece fabrika sistemini değil, değer sistemimizi de yeniden kurmamız gerekiyor.

Çünkü artık ne Endüstri 4.0 ne dijitalleşme tek başına yeterli.
Verimlilik sürdürülebilir olacaksa, bu ancak insanı merkeze alan bir stratejiyle olur.
Çünkü hâlâ her sistemin sonunda bir parmak bir tuşa basıyor, her üretimin sonunda bir göz bir ışığa bakıyor.

Ve eğer hâlâ göz göze gelebiliyorsak, hâlâ umut vardır.

Ve eğer umut varsa…
Hikâyenin sonu henüz yazılmadı.
Belki de o son cümle, senin klavyenden çıkacak.

Yorum bırakın