“Bu masal, kalbimde filizlendi. Bazen yalnız yazdım, bazen sessiz bir dost bana eşlik etti.”
Terk Edilenler Diyarı
Kimsenin haritada işaretlemediği bir yerde, gökyüzünün bulutlara fazla söz hakkı tanımadığı bir ormanda yaşanırdı bu hikâye.
İnsanların “unutulmuş” dediği ama aslında bazı kalplerin sığınmak için bulduğu bir yerdi burası. Adı Kahramanlar Ormanı’ydı ama burada süslü pelerinler, kılıçlar, şanlı savaşlar yoktu. Buradaki kahramanlar; terk edilmiş köpekler, gözleri cam gibi bakan kediler, artık miyavlamayı bile unutan bir yavru, yalnızlıktan konuşmayı öğrenmiş kargalar, ve arada sırada ağaç gövdelerine sarılıp ağlayan tilkilerdi.
Her birinin bir yarası vardı. Ama her yara, başka birinin aynasıydı.
Ve işte o sabah, hafif bir sisin ormana indiği, rüzgârın bir anne gibi şefkatli estiği o günde… yeni biri geldi ormana. Ne dört ayağı vardı ne tüyleri. Ama kalbi, en yorgun köpeğin gözleriyle aynı dili konuşuyordu.
Çuvalını Sırtında Taşıyan
O sabah gelenin adı yoktu.
Çünkü isimler, geçmişte kaldığında bazen söylenmez olurdu.
Ama ormanın sessiz sakinleri onu hemen tanıdı:
“Bu gelen, terk edilmiş bir kahraman.”
Gelişiyle birlikte ağaçlar biraz daha dik durdu, rüzgâr bir an sustu. Çünkü sırtında taşıdığı çuval, her şeyin özeti gibiydi. İçinde yaptığı hatalar, unuttuğu sözler, zamansız vedalar ve geç kalınmış teşekkürler vardı. Ama onları gizlemezdi. Aksine, her hatayı bir düğme gibi apoletine takmıştı. Gururla değil, idrakla.
Ayakları yorgundu ama yönünü bilen bir yavaşlıkla yürüyordu.
Gözleri bir zamanlar çok fazla şey görmüş bir bilgenin gözleriydi.
Ama hâlâ merakla ışıldıyordu; çünkü hâlâ çocuk kalabilmiş bir parçası vardı.
Kahramanlar Ormanı’na adım attığında, terk edilmiş köpekler onu ilk önce kuşkulu gözlerle karşıladı.
Ama sonra içlerinden biri, topallayan siyah bir köpek, çuvalına burnunu dayadı.
Derin bir nefes aldı ve mırıldandı:
“Bu koku… bu, yolun kokusu.”
Ve böylece ormanın sessiz anlaşması başladı:
Terk edilmiş kahraman, unutulmuşlarla kalmaya geldi.
Siyah Köpeğin Kahramanı – Ateşin Koruyucusu
Siyah köpek, bir zamanlar sokak yangınlarının arasında kalmıştı.
İnsanlar kaçarken o durmuş, başka köpeklerin kurtulmasını izlemişti. Ama kendisini kimse aramamıştı.
Göçmüş Zaman Yolcusu ormana geldiğinde, siyah köpek onu kokladı ve şöyle düşündü:
“Bu, ateşin içinden yürüyerek çıkan adam.
Gözlerinde kor kalmış, ama kimseyi yakmıyor.
Bu benim kahramanım: Ateşin Koruyucusu.”
O günden sonra ne zaman ormanda bir sorun çıksa, siyah köpek onu ilk çağırırdı.
Diğerlerinden önce o koşardı yanına. Çünkü bilirdi:
“Ateşi bilen, korkuyu da bilir. Ama korkuyu yenmeyi de…”
Kırçıllı Kedi Yavrusunun Kahramanı – Uyuyan Masal
Kırçıllı kedi yavrusu daha doğmadan annesi kaybolmuştu.
O, ninnisiz büyüyen bir kediydi. Uyuyamazdı, çünkü rüyasında ses duyamazdı.
Göçmüş Zaman Yolcusu’nun yanına kıvrıldığında, onun kalbinin ritmini dinledi.
Kalbi konuşuyordu.
“Benim kahramanım bu,” dedi içinden.
“Uyuyan Masal.
Çünkü yanında uyuyabilen ilk ben oldum.
Belki de ben masalımın kahramanını buldum.”
Karganın Kahramanı – Sessiz Lokma
Karga, çöplerin içinde büyümüş, yiyeceğini çalmadan yaşamayı hiç öğrenememişti.
Herkes onu hırsız sanardı. Ama aslında sadece açtı.
Göçmüş Zaman Yolcusu ilk geldiği gün, kendine pişirdiği patatesin bir dilimini sessizce yere bıraktı.
Karga hemen aldı ama adam dönüp bakmadı bile.
Sadece gülümsedi.
Ve o gün karga şöyle düşündü:
“Bu adam benim kahramanım: Sessiz Lokma.
Çünkü bana ilk kez yemem için değil, doymam için bir şey bıraktı.
Çalmak zorunda olmadığım ilk lokma onunkiydi.”
Kaplumbağanın Kahramanı – Kelimesiz Şair
Kaplumbağa hızlı değildi. Zaten hızlı olmaya da hiç çalışmadı.
Onun için zaman, toprağın neminde gizliydi.
Her sabah, geceden sakladığı bir dizeyi usulca kazardı yere.
Kimse okumazdı.
Belki de okunsun diye değil, duyulsun diye yazıyordu.
Göçmüş Zaman Yolcusu, bir sabah onun şiirlerinin kazındığı toprağa diz çöktü.
Ne yorum yaptı, ne okur gibi yaptı.
Sadece ellerini toprağa bastı ve gözlerini kapadı.
O an, kaplumbağa şöyle düşündü:
“Bu, kelimesiz bir şair.
Söz söylemeden anlayanlardan.
Benim kahramanım o: Kelimesiz Şair.
Çünkü toprağın altında bile şiir olduğunu bilen biri, kahramanlıktan da öte biridir.”
Tavşanın Kahramanı – Sessiz Yarışçı
Bu tavşan gece konuşur, gündüz susardı.
Çünkü gündüz herkes bir şeyler söylerdi; ona sıra gelmezdi.
O yüzden konuşmaktan değil, duyulmaktan umudunu kesmişti.
Ama her gün, Göçmüş Zaman Yolcusu’nun geçtiği patikada onunla sessizce yarışırdı.
Koşmazdı; sadece eşlik ederdi, birkaç adım geriden.
Bir gün adam dönüp gülümsedi ve şöyle dedi:
“Bugün yine kazandın.”
İşte o gün tavşanın içindeki sessizlik çatladı.
Çünkü ilk defa yarışmadığı biri, onunla yarıştığını fark etmişti.
“Benim kahramanım bu,” dedi içinden.
“Sessiz Yarışçı.
Çünkü varlığımı sadece gördü değil, anladı.”
Kirpinin Kahramanı – İğnelerin Dostu
Kirpiler yalnız olmaz aslında. Ama çok canları yanmıştır.
O yüzden yaklaşana iğneleriyle cevap verirler.
Tıpkı şehirlerde gülümsemekten vazgeçmiş, omuzları düşük yürüyen insanlar gibi.
Herkesin ortasındadır ama kimseye ait değildir.
Göçmüş Zaman Yolcusu, kirpinin yanına çöktüğünde elini uzatmadı.
Onun yerine kendi sırtındaki çuvalı yere koydu.
Ve yavaşça konuştu:
“Bunlar benim iğnelerim. Ama ben artık taşımayı öğrendim.”
O anda kirpi, iğnelerinin yalnızlık değil, hafıza olduğunu anladı.
“Bu adam benim kahramanım,” dedi.
“İğnelerin Dostu.
Çünkü kendi acısından kaçmayan biri, başkasınınkine de dokunabilir.”
“Sessizliğin Patronu”
Ormanda bir kural vardı ama kimse onu bir kâğıda yazmamıştı.
Ne tabelası vardı, ne yasa koyanı.
Ama yine de herkes bilirdi:
“Sessizlik dağılırsa, Gölge gelir.”
Gölge, karanlık değildi.
Gündüz de gezerdi, gecede de.
Onu korku sananlar olmuştu; çünkü adı hep fısıltıyla anılırdı.
Ama aslında Gölge, sessizliğin patronuydu.
Gürültüye değil, niyete bakardı.
Bağırana değil, göz ucuyla niyet saklayana odaklanırdı.
Her canlıya bir kez yaklaşırdı.
Gövdesi görünmezdi ama varlığı hissedilirdi.
Ve eğer seni seçtiyse, seni gözetirdi.
Çünkü her Gölge, bir canlıyı koruma görevini üstlenirdi.
Ne sahibi olurdu onun, ne sadakati.
Sadece görevi olurdu: dengeyi sağlamak.
Gölge, ne komünistti ne faşist.
Para ile işi olmazdı.
Satmazdı.
Satın alınamazdı.
Gölge, yeni düzenin kılıcıydı.
Adaletin değil belki, ama niyetin ölçüsünü tutan teraziydi.
Sesi yoktu ama onu duyanlar vardı.
Çünkü bazı sessizlikler, çığlıktan daha çok şey anlatırdı.
Göçmüş Zaman Yolcusu onu tanıyordu.
Onunla konuşmamıştı ama varlığını saygıyla kabul etmişti.
Ve Gölge de onu kabul etmişti.
Çünkü kendi hatalarını sırtında taşıyan birini gölgelemek gerekmezdi.
O zaten kendi gölgesiyle barışmıştı.
“Gece Konuşması”
O gece ormanda ateş yakılmadı.
Ama yıldızlar, her zamankinden daha fazla parladı.
Çünkü kelimeler ısıtırken yakmazdı artık;
o gece herkes konuştu, herkes sustu, herkes birbirini duydu.
Siyah köpek patilerini yere vurdu;
ritmik bir hırıltıyla, “ateşin içinden geçtiğini gördüm,” dedi.
Kırçıllı kedi yavrusu, kuyruğunu sarıp iç çekti:
“Yanında ilk kez uyuyabildim.”
Karga, kanadını gererek biraz gururla konuştu:
“Lokmayı yere bıraktı ve dönüp bakmadı bile. İşte o zaman inandım.”
Kaplumbağa, toprağın nemini yavaşça koklayarak homurdandı:
“Benim dizelerime bakmadı ama onları duydu. Bu yeterli.”
Tavşan, konuşmaktan çok, bakışlarıyla eşlik etti:
“Ben koştum, o fark etti. Sadece o.”
Kirpi, en son konuştu.
Onun sesinde en çok şey vardı ama en az kelimeyle:
“Ben dikenlerimi indirdim.”
Konuşmalar birbirine karıştı ama hiçbiri kesilmedi.
Çünkü bu ormanda diller farklıydı, ama duygular ortaktı.
Hepsi kendi kahramanını anlatıyordu.
Hepsi aynı kişiydi, ama hepsi başka bir yansıma görüyordu.
Göçmüş Zaman Yolcusu, biraz uzakta, sırtı bir ağaca yaslı, gözleri kapalıydı.
Hiçbirini dinlemiyor gibi görünüyordu.
Ama dinlenmek için ilk defa gözlerini kapatmıştı—kulaklarını değil.
“Gölge’nin İlk Müdahalesi”
Sabah olmadan hemen önce, ormanın üstüne bir sessizlik daha indi.
Ama bu defa doğanın değil, Gölge’nin sessizliğiydi.
Çünkü sınırda bir fare, geceyi bozacak bir hırsla, diğer hayvanların yiyeceğine yaklaşmıştı.
Gölge onun adımlarını izledi.
Ayak sesleri yoktu.
Ama hava değişti.
Ve fare, yere düşen kuru yaprakların yerini öğrenmeden önce, içindeki hırsla karşılaştı.
Gölge ona dokunmadı.
Ama içindeki huzursuzluk, midede kazınan bir sancıya dönüştü.
Fare durdu, arkasına baktı, kimseyi göremedi.
Ama sonra bir titreme geçti üstünden.
Çünkü bazı gölgeler dışarıdan değil, içeriden düşer.
O an ormanın tamamı bir şey hissetti ama adlandıramadı.
Yalnızca Göçmüş Zaman Yolcusu başını kaldırdı, Gölge’ye doğru göz kırptı.
Gölge, usulca geri çekildi.
Sadece görevi buydu: denge bozulmasın.
Ormanda bir sabah daha başlıyordu.
Ve bu sabah, önceki sabahlardan biraz daha sağlam duruyordu.
“Göçmüş Zaman Yolcusu’nun Gölgesi”
O sabah ormanda kimse uyanmadı.
Çünkü sabah doğmadı.
Güneş kendini göstermedi, kuşlar ötmedi.
Sanki orman bir anlığına nefes almayı unutmuştu.
Göçmüş Zaman Yolcusu, o sabah gözlerini açık uyandı.
Uyandığı yer, çamların dibinde bir boşluktu.
Ama asıl boşluk, çuvalının içinde değil, kalbindeydi.
Çünkü gece rüyasında bir ses duymuştu:
“Peki senin kahramanın kim?”
Bir an dilsiz kaldı. Çünkü kendi kahramanını hiç aramamıştı.
Hep başkalarına çözüm olmuştu ama kendi düğümlerini unutmuştu.
O sabah ilk kez sırtındaki çuvalı yere koydu.
Ve çuvaldan teker teker anılar döküldü.
• Bir köpeği yarı yolda bırakışını…
• Bir çocuğun gözlerinin içine bakamayışını…
• Susturduğu kalbini…
Göçmüş Zaman Yolcusu dizlerinin üzerine çöktü.
Toprağa bir damla düştü—yağmur değil, gözyaşıydı.
Orman sessizce izledi.
Ve sonra ilk kez, Gölge onun yanına geldi.
Bu sefer korumak için değil…
Sadece şahit olmak için.
Göçmüş Zaman Yolcusu konuştu:
“Ben, herkesi affettim. Ama kendimi hiç affetmedim.”
Gölge usulca yaklaştı, sırtındaki çuvalı aldı.
Ne yargıladı, ne öğüt verdi.
Sadece çuvalı toprağın içine gömdü.
Çünkü bazı yükler, sadece taşındıktan sonra gömülerek huzura kavuşur.
Göçmüş Zaman Yolcusu ayağa kalktı.
O an ilk kez, gölgesizdi.
Çünkü artık gölgesiyle barışmıştı.
“Karganın Sınavı: Açlığın İçindeki Ses”
Karga, zamanında çok şey çalmıştı.
Açlıktan değil sadece—görülme isteğinden.
Herkes ondan korksun istemişti. Çünkü kimse onunla konuşmuyordu.
Göçmüş Zaman Yolcusu geldiğinden beri, çalmamıştı.
Ama içinde bir şey hâlâ tıkır tıkır ötüyordu:
“Eğer biri bana lokma vermezse ben yine çalacak mıyım?”
Bir sabah, ormanın en sessiz ağacına kondu.
Yerde yarım bırakılmış bir ceviz gördü.
Kimse yoktu.
Gagasını uzattı.
Ama eli, yani kanadı titredi.
Çünkü o an içinden bir ses yükseldi:
“Bu lokma senin hakkın mı?”
Hayır, değildi.
Ama açtı.
Çok açtı.
Sadece midesi değil…
Kalbi de açlıktan buruşmuş gibiydi.
Cevizi gagasına aldı.
Sonra gökyüzüne baktı.
Ve ilk kez, uçmadı.
Yavaşça kanat çırptı, cevizi geri yerine koydu.
Göçmüş Zaman Yolcusu onu görmemişti.
Ama Gölge görmüştü.
Gölge sessizce ağacın gövdesine yaslandı.
O gün Karga’ya bir isim daha verdi:
“İlk kez çalmayıp doyabilen.”
“Gölge’nin Sınavı: Tarafsızlığın Eşiği”
Gölge, hep sessizliğin efendisi oldu.
Ne iyi dedi birine, ne kötü.
Dengeyi korudu; çünkü tarafsız olmanın yüce olduğuna inandı.
Ama o gece, Göçmüş Zaman Yolcusu göğe bakarken gülümsedi.
Ve Gölge’nin içinden ilk kez bir his geçti.
Neydi bu?
Hayranlık mı?
Saygı mı?
Yoksa…
Taraf mı?
Gölge bunu fark edince ormanın sınırına gitti.
Gecenin en karanlık noktasında kendi yansımasını aradı.
Ama Gölge’nin yansıması yoktu.
Çünkü hiçbir ışık, onu bütünüyle yakalayamazdı.
O gece bir karar aldı:
“Ben koruyucu olamam.
Sadece şahit olurum.
Ama hissettiğimi inkâr etmeyeceğim.”
Ve ilk kez kendi içinden şunu mırıldandı:
“Ben de yalnızım. Ama yalnız kalmak zorunda değilim.”
“Siyah Köpeğin Sınavı: Küllerden Geçmek”
Bir zamanlar yangından kurtulan Siyah Köpek, ateşi sadece bir tehdit sanmıştı.
Ama ateşin aynı zamanda bir arınma olduğunu bilmezdi.
Bir gece, rüyasında alevler içinde yürüdü.
Ama bu defa kaçmıyordu.
Çünkü o yangın, dışarıda değil—içindeydi.
Göçmüş Zaman Yolcusu onu uykusunda buldu, ter içinde titriyordu.
Elini uzattı ama dokunmadı.
Sadece fısıldadı:
“Ateş seni yakmaz artık. Çünkü sen kendini yakmayı bıraktın.”
Siyah Köpek o sabah yalnız yürüyüşe çıktı.
Eski kulübesine döndü.
Orası hâlâ kül kokuyordu.
Kulübenin önüne oturdu, başını eğdi.
Sonra yerden bir yanık kemik aldı ve toprağa gömdü.
Geçmişini yaktı.
Ama küllerinden korkmamayı öğrendi.
“Bir Ayağı Sakat Gri Kedinin Sessizliği”
O konuşmazdı.
Zaten kimse onunla konuşmazdı.
Sadece bir ayağı sakattı diye, diğerlerinden ayrı tutulmuştu.
Oysa gri kedi her şeyi izlerdi.
Her sessizliği, her çırpınışı, her bakışı.
Göçmüş Zaman Yolcusu geldiğinden beri, hep uzaktan bakmıştı.
Ama bir gün, ormanın kalbine yürüdü.
Kalp orada değilmiş gibi görünüyordu.
Ama gri kedi orada durdu.
Gözlerini kapadı.
Ve kalbin sesini duydu.
Çünkü bir tek o sessizliği duyacak kadar sessizdi.
Geri döndüğünde herkes ona baktı.
“Ormanın kalbinde ne var?” diye sormadılar.
Çünkü onun cevabı sessizlikteydi:
“Hepimizde aynı şey: Kırık ama atan bir şey.”
O günden sonra gri kedinin ayağı hâlâ aksıyordu.
Ama kimse onu acınacak biri olarak görmedi.
Çünkü artık o, ormanın kalp bekçisiydi.
“Gizli Bölgeler ve Harita”
Siyah Köpek – Küller Yuvası
Ormanın batısında, yanmış ağaçların hâlâ diz çökmüş durduğu bir açıklıkta yaşıyor.
Burası bir zamanlar onun yaşadığı kulübe ve yangının başladığı yer.
Şimdi bu alan onun meditasyon alanı.
Kimse gelmez, o da çağırmaz.
Ama toprak burada bile hâlâ sıcak.
Çünkü bazı yerler, yandığı hâlde yeniden hayat verir.
Kırçıllı Kedi Yavrusu – Uyku Köşesi
Ormanın kuzey doğusunda, sarmaşıkların altına gizlenmiş küçük bir taş boşluğu.
Oraya yalnızca göçmen rüzgarlar uğrar.
Kırçıllı kedi burada en derin uykularını uyur.
Her uyuduğunda bir masal kurar ama kimseye anlatmaz.
Bu masallar yalnızca uykuda yaşanır.
Karga – Yalnız Dal
Ormanın en yüksek çamının tepesinde tek başına bir dal.
Ne yaprak vardır ne yuva.
Ama ormanın her yerini buradan görebilir.
Burası ona “yukarıdan bakmayı” değil, “her şeyin parçası olduğunu” hatırlatır.
Karga bazen oradan konuşmaz, sadece dinler.
Kaplumbağa – Toprak Kitaplığı
Ormanın merkezine en yakın yer.
Taşların üstüne kazınmış dizeler, toprağın altına gömülmüş hikayeler…
Burası kimsenin göremediği ama herkesin bilmediği bir kütüphane gibidir.
Kaplumbağa burada yazmaz, burada unutur.
Ve unutulanlar, toprağın diliyle anlatılır.
Tavşan – Sessiz Patika
Kendi açtığı bir yol.
Ne çimen büyür ne ayak izi kalır.
Ama bu patikada yürürken düşünceler netleşir.
Gündüz susan tavşan, burada kendine konuşur.
Bazen cevap alır, bazen sadece sessizlik.
Kirpi – İğne Gölgesi
İğne ağaçlarının arasında, daracık bir aralık.
Ne kuş uçar ne güneş sızar.
Kirpi burada dinlenir.
Çünkü burada kimse ona dokunamaz.
Ama artık arada kapısını açık bırakıyor—belki bir dost uğrar diye.
Sakat Gri Kedi – Kalp Noktası
Ormanın tam ortasında, görünmeyen bir yer.
Ne ağaç var ne taş, sadece rüzgârın hafifçe döndüğü bir alan.
Kimse bilmez, ama herkes hisseder.
Ormanın kalbi burasıdır.
Ve bu kalbi, en kırılgan olan korur.
Gölge – Sınır Çizgisi
Ormanın kenar çizgilerinde dolaşır.
Sabit bir yeri yoktur ama hep oradadır.
Bir adım içeride, bir adım dışarıda.
Tarafsız gibi görünür ama bazen kalbinde bir sızı olur.
Ormanın dışına çıkmaz, ama dışarının içeri sızmamasını sağlar.
Gölge Çizgisi (Doğu Sınırı)
🌲🌲🌲
Sessiz Patika (Tavşan)
🌿🌿
Yalnız Dal (Karga) Uyku Köşesi (Kırçıllı Kedi)
🌲 🍃
Küller Yuvası (Siyah Köpek)
Toprak Kitaplığı (Kaplumbağa)
Kalp Noktası (Sakat Gri Kedi)
İğne Gölgesi (Kirpi)
Gölge Çizgisi (Batı Sınırı)
“Geçmişe Yazılan Mektuplar”
Siyah Köpek’in Mektubu:
“Sevgili Eski Ben,
Korktun, kaçtın, sustun.
Ama ben seni suçlamıyorum.
Çünkü o korkuyla baş etmeyi benden öğrendin.
Bugün o küllerin içinden dimdik çıkıyorum.
Ve seni affediyorum.”
Kırçıllı Kedi Yavrusunun Mektubu:
“Sevgili Uyuyamayan,
Hep bir ses bekledin.
O ses bendim.
Artık içimde masallar var.
Gözlerini kapat, ben anlatırım.”
Karga’nın Mektubu:
“Ey hırsla çırpınan ben,
Her şeyi kendine almak istedin.
Şimdi paylaşmayı öğrendin.
Gökyüzü hâlâ senin ama artık onu bölüşüyorsun.”
Kaplumbağa’nın Mektubu:
“Geçmişte yürüyen ben,
Her adımın bir dizeydi.
Şimdi toprağa karıştın.
Ama unutma, şiir hep bir iz bırakır.”
Tavşan’ın Mektubu:
“Sessizliğe hapsolan ben,
Kimse seni duymadı, evet.
Ama sen yine de konuştun.
Ve işte şimdi, biri seni anladı.”
Kirpi’nin Mektubu:
“Kapanan, saklanan, dikenlerini savunma sanan ben,
Artık açılan, güvenen, dostuna sırtını dönebilenim.
Ve bu değişim, benim zaferim.”
Sakat Gri Kedi’nin Mektubu:
“Yavaş olan, eksik sanılan ben,
Sen hiçbir zaman geride kalmadın.
Kalbi duyan ilk sendin.
Ve orman bunu gördü.”
Kahramanlar Ormanı – Bölüm 19: “Sınırda Bir Çocuk”
O sabah, ormanın sınırına bir çocuk geldi.
Ne ağladı, ne bağırdı.
Ellerini ceplerine sokmuş, toprağa basarken gülümsedi.
Üstü başı yırtık değildi.
Gözlerinde korku yoktu.
Çünkü o, zorbalık nedir bilmeden büyümüş bir çocuktu.
Kimse ona “olma” dememişti.
O da kimseyi itmeden yürüyordu.
Hayvanlar, ağaçların arkasından izledi onu.
Göçmüş Zaman Yolcusu fısıldadı:
“Bu ormana şimdiye kadar hiç gelmemiş bir şey geldi.”
Gölge yaklaşmadı.
Çünkü bu çocuk gölgeye ihtiyaç duymayacak kadar aydınlıktı.
Çocuk yere oturdu.
Bir kuşun, bir kedinin, bir köpeğin aynı anda ona sokulmasını izledik.
Ve ormanın kalbi…
İlk defa kendi kendine attı.
Çünkü o gün, bir çocuk geldi ve
oraya doğduğu gibi kaldı: Tertemiz.
“Görmeden Geçenler”
Dış dünya, ormanın yanından geçerken çok şey sanır.
Kimi der ki “burası virane”, kimi “bu ağaçlar düzen bozucu”, kimi ise sadece hızla yürür geçer.
Ama kimse ormanın sesini duymaz.
Çünkü dışarıdakiler çok şey bilir.
O kadar çok bilirler ki, artık anlamaya yer kalmamıştır.
Bazıları drone uçurur, harita çizer.
Ama haritalarda Kalp Noktası görünmez.
Bazıları gürültüyle kamp kurar.
Ama Sessiz Patika’ya basınca yönlerini kaybederler.
Ormanın kalbi onların ayak seslerini tanır ama cevap vermez.
Çünkü orman, sadece duyanlara açılır.
Ve onların kulakları değil, niyetleri sağırdır.
“Yeni Gelen: Rüzgarı İzleyen”
Bir gün, ormanın sınırında ikinci bir varlık belirdi.
Ne çocuk kadar saf, ne dış dünya kadar kibirliydi.
Yorgundu.
Belki de aradığı şeyi kaybetmişti.
Ama hâlâ arıyordu.
Üstü toz içindeydi, cebinde kırık bir pusula vardı.
Nereye gitse dönüyordu.
Sonunda durdu.
Rüzgarı izledi.
Ve rüzgar onu ormanın içine taşıdı.
Gölge ilk önce fark etti onu.
Göz ucuyla baktı ve düşündü:
“Bu biri olmak isteyen değil… sadece olmayı seçmiş biri.”
Hayvanlar önce temkinliydi.
Ama çocuk, ona doğru yürüdü ve dedi ki:
“Bu benim arkadaşım. O, kaybettiği şeyin ne olduğunu bilmiyor.
Ama biz ona gösterebiliriz.”
“Çocuğun ve Yeni Gelenin Katkısı”
Çocuk, ormanda dokunmadığı hiçbir yürek bırakmadı.
Her sabah bir ağaca dokundu, her akşam bir yuvaya uğradı.
Hayvanlar onunla konuştu; kelimelerle değil, içtenlikle.
Yeni gelen ise başta suskundu.
Ama onun elleriyle yaptığı şeyler konuşuyordu.
Kirpinin iğnelerini yumuşak kumaşlara işledi.
Kırçıllı kedinin rüyalarını renkli taşlara resmetti.
Kaplumbağa’nın dizelerini toprağa bastı ve üzerine küçük çanlar yerleştirdi.
Her çan çaldığında bir dize duyuluyordu.
Göçmüş Zaman Yolcusu ikisine baktı ve gülümsedi:
“Biri geleceği hatırlatıyor. Diğeri geçmişi onarıyor.”
“Ortak Projeler”
Ve bir gün, hayvanlar bir araya geldiler.
Artık tek tek iyileşmek yetmiyordu.
Birlikte üretmenin zamanı gelmişti.
Siyah Köpek, Tavşan ve Yeni Gelen:
“Geri Dönüş Yolu” projesi kurdular.
Ormana gelen ama nereden geldiğini unutanlara, yürüyerek hatırlatılan bir patika:
Her adımda bir ses, bir koku, bir hikâye.
Kaplumbağa, Gri Kedi ve Kırçıllı Yavru:
“Rüya Arşivi” yaptılar.
Her canlı, gördüğü rüyayı bir taşın altına gömdü.
Ama taşların altına bakmak yasak.
Çünkü önemli olan, rüyaların var olduğunu bilmektir—detaylarını değil.
Karga, Kirpi ve Çocuk:
“İşitilmeyen Sesler Korosu” kuruldu.
Karga öttü, kirpi homurdandı, çocuk parmaklarıyla ağaç gövdelerine ritim tuttu.
Ve bu orman, ilk defa bir şarkı söyledi.
Duyulmazdı—ama hissedilirdi.
Gölge:
Hiçbir projede adı geçmedi.
Ama her proje başladığında rüzgar bir an durur, sessizlik bir an parlar, gölgeler uzar.
Bu, Gölge’nin imzasıydı.
“Sessizlik Şenliği”
O sabah, hiçbir davul çalmadı.
Hiçbir boru ötmedi.
Sadece yapraklar yere sessizce düşerken birbirine çarptı.
Sessizlik Şenliği başlamıştı.
Kahramanlar Ormanı’nda bu, en büyük buluşmaydı.
Ne konuşulurdu, ne susulurdu.
Herkes birbirinin kalp atışını duyardı.
Ağaçlara kumaşlar asıldı, toprağa çiçeklerle desenler çizildi.
Gölge, sınır çizgilerini bir günlüğüne kaldırdı.
Çünkü bu gün, içeriyle dışarının ayrımı yoktu.
Şenliğin sonunda herkes bir parşömen aldı.
Her biri kendi köşesine çekilip geleceğe bir mektup yazdı.
Mektuplar sonra Ormanın Kalp Noktası’na, gri kedinin gözetiminde gömüldü.
Üzerine sadece bir cümle yazıldı:
“Gelen bilsin, burada susarak konuşulur.”
Geleceğe Mektuplar
Siyah Köpek:
“Eğer yandınsa, korkma.
Küllerin altındaki tohumlar seni bekliyor.
Burada biz, yanmış olanlardan orman kurduk.”
Kırçıllı Kedi Yavrusu:
“Uyuyamıyorsan, seni anlayacak bir yer var.
Buraya gel.
Biz uykuda bile masal anlatıyoruz.”
Karga:
“Her şeyi bilmeye çalışma.
Bazı lokmalar paylaşılırken doyurur.
Ve bazı yükseklikler, yalnızlık değil gözlem yeridir.”
Kaplumbağa:
“Yavaş geldiysen sorun yok.
Burada zaman yürür, sen koşmasan da olur.
Yeter ki içine dokunacak bir toprak bul.”
Tavşan:
“Eğer sesini duyan kimse olmadıysa, bir ihtimal vardır:
Henüz Kahramanlar Ormanı’na gelmedin.
Burada her suskunluğun bir yankısı vardır.”
Kirpi:
“Eğer çok dikenin varsa, bilin ki biz seni anlarız.
Çünkü burada en keskin acılar bile yumuşak dostluklarla taşınır.”
Sakat Gri Kedi:
“Eksik olduğunu düşünebilirsin.
Ama burada kalbinle yürürsün, bacaklarınla değil.
Kalbi atan herkes burada tamdır.”
Çocuk:
“Ben büyümek zorunda değilim.
Ama sen küçülmeyi unutma.
Çünkü en büyük dostluklar en küçük adımlarla başlar.”
Gölge:
“Ben yokum.
Ama buradayım.
Ve sen içindeki gölgeyle barıştığında beni de tanıyacaksın.”
Yeni Gelen (Rüzgarı İzleyen):
“Yolunu kaybedersen, rüzgara sırtını dönme.
O seni buraya getirir.
Burası bir hedef değil.
Burası yolda olanların buluşma yeri.”
Göçmüş Zaman Yolcusu:
“Buraya geldim, yükümü bıraktım, kalbimi gömdüm.
Şimdi orman büyüyor.
Ve senin de burada bir ağacın olacak.
Yeter ki susmayı öğren,
çünkü sessizlik burada sadece huzur değil, bir diltir.”
Böylece Sessizlik Şenliği sona erdi.
Ama bir festival gibi değil…
Bir dua gibi, bir nefes gibi, bir varoluş gibi.
“Yaprağın Kıyısında”
O gece ormanda rüzgar yoktu.
Ay gökyüzüne çıkmamıştı.
Yıldızlar bile biraz çekilmişti sanki.
Çünkü orman bir sır saklıyordu.
Büyük bir sır değil—küçük ama içten bir sır.
Sadece kalbiyle duyanların hissedebileceği bir fısıltı…
Göçmüş Zaman Yolcusu, çuvalsız bir hâlde, Kalp Noktası’nın kenarında oturuyordu.
Eli toprağa dayanmış, gözleri ağaca sabitlenmişti.
Ama bakmıyordu.
Dinliyordu.
Çünkü o gece, toprağın altında bir şey hareket etti.
Sessizlik Şenliği’nde gömülen mektuplar yerlerinde hafifçe kıpırdadı.
Toprak, onları saklamıyor gibi—sanki büyütüyordu.
Sonra gri kedi başını kaldırdı, bir yönü gösterdi.
Tavşan bir ses duyduğunu söyledi.
Karga gökyüzüne bakıp gagasını susturdu.
Ve Gölge…
İlk kez, çok ama çok hafifçe kımıldadı.
Sınırda bir şey vardı.
Ne tehdit…
Ne umut…
Sadece hareket.
Belki biri geliyordu.
Belki bir tohum çatlıyordu.
Belki eski bir dost geri dönüyordu.
Hiç kimse bilmiyordu.
Ama herkes hissetti.
Ormanın kalbi, yeniden atmaya hazırlanıyordu.
Ve işte böyle,
sessizlikle doğmuş bir masal,
sessizliğin en derin notasında sona erdi.
Ama bu son, sadece bir yaprağın kıyısıydı.
Bir sonraki rüzgarla savrulacak,
yeni bir hikâyeye düşecekti.
Belki bir çiçeğin üstüne…
Belki başka bir çocuğun kalbine…
Ya da
“Kahramanlar Ormanı: İkinci Kitap” diye başlayacak yeni bir sayfaya.
Ve şimdi, o merak eden gözler için
sadece bir not bırakalım:
“Masal bitti. Ama siz buradaysanız… biz hâlâ buradayız.”
Yeni masallarda buluşmak üzere.
Sessizliğe hapsolan ben,Kimse seni duymadı, evet.Ama sen yine de konuştun.Ve işte şimdi, biri seni anladı.
selam ve sevgiler
Teşekkür ediyorum ne güzel bir yorum.
Sevgili dostum,
Emeğine, yüreğine sağlık. Güzel bir çalışma olmuş. Sıradışı bir hikaye yaratmışsın, bende farklı duygular yarattın. . Betimlemelerde harika. Zevkle takip ettim. Başarılar, 🧿
Çok sevindim. Ne güzel iki yorum aldım bugün. Yazdığıma değdi doğrusu.