“DEVRİM’DE BİR GÜN, GENÇLİKTE BİR ÖMÜR”

“DEVRİM’İN GÜNLÜĞÜ, GENÇLİĞİN HATIRASI”

ODTÜ’nün meşhur Devrim Stadı… Hâlâ adını duymak bile içimi kıpırdatmaya yetiyor. O sararmış çimenler, üzerlerinde oturmak için bizden en ufak bir şey beklemezdi. Güneş, kimi zaman yakıcı bir el, kimi zaman kucaklayıcı bir dost gibi üzerimize düşerdi. Sert taşlara yayılarak oturduğumuz o yerlerde, gençliğe dair sayısız hatıra bıraktım. Bu karede üzerimde gri tonlarında bir eşofman var, bakışlarımda ise hafif bir hüzünle karışmış umut var. Yıl sanıyorum 1983. Tam olarak hangi gündü bilmiyorum ama hissettiklerim hâlâ çok net.

80 darbesinin etkileri hâlâ tazeydi. Yaşımız gençti fakat önceki nesillere göre daha suskun, daha dikkatli ve içine kapanıktık. Duvarlardan silinen sözler, akıllarımızdan hiç çıkmıyordu. Gözlük camlarının ardında, notların arasında, kantin sıralarında fısıltıyla dolaşıyordu henüz tamamlanmamış cümleler. Makina Mühendisliği bölümünde okumak, elbette yoğun ve sistemli bir süreci içeriyordu ama gerçek öğrenme alanımız stadyumun basamakları, YKY rafları ve kantinin uğultulu masalarıydı. Buhar olmuş çay bardakları arasında geçen konuşmalarda, dünyanın aslında bir araya gelerek değişebileceğine inanırdık.

Fotoğrafın çekildiği gün, bahar mevsiminin serin ama umut veren günlerinden biriydi. Üzerimizde o dönemin tipik giysileri: bol pantolonlar, canlı renklerde üstler ve kadınların özgürce kabaran saçları. Düşünceyle, sanatla ve toplumla temas hâlindeydik. Ufkumuz genişti, çünkü fikirlerimiz sınır tanımazdı.

Sabahki zorlayıcı dersten sonra, kendimi stadyumun taşlarına atmıştım. Yanımda dostum Erdem oturuyordu. Mizahı elden bırakmayan, kalabalık içinde bile kendi yalnızlığını sürdüren bir insandı. Bir yandan sınavlardan dert yanar, diğer yandan karikatür dergilerindeki çizimleri detaylıca incelerdik. “Gürbüz Doğan bu hafta yine bizi anlatmış, şuna bak!” deyip gülerdik.

Ama o kahkahalar bile ölçülüydü. Çünkü 1983’ün Türkiye’sinde, yüksek ses bile dikkat çekebilirdi. Her şey denetim altındaydı: fikirler, kitaplar, toplanmalar. Kampüste devriye gezen polisler, çoğu zaman kapalı olan ya da kontrol altındaki öğrenci kulüpleri sıradan hale gelmişti. Yine de biz vazgeçmemiştik. Devrim oradaydı, biz de. Kalabalık içinde tek, yalnızlık içinde birlik gibiydik.

Fotoğrafta yakınımda oturan Meryem, bizim bölümden değildi; Edebiyat Fakültesi’ndeydi. Aynı yıl tanışmıştık. Hacettepe’den gelmiş, yanında bir kütüphane dolusu kitap taşımış gibiydi. Aramızda samimi bir bağ oluştu. Konuşmalı bir bağ sınavlardan, şiirlerden, romanlardan konuşur, sonra hayallere dalardık: “Bir gün Prag’a gitsek fena mı olur?” derdi.

Bir gün, tam da bu fotoğrafta oturduğumuz yerlerde bir gösteri planlanmıştı. Tüm kampüs bir araya gelmişti. ODTÜ’nün o isyankâr ruhu bizim için bir aforizma değil, günlük yaşamdı. Sloganlarımızla yankılanırken gökyüzü karardı. Ama biz ayrılmadık. Ne şemsiyemiz vardı ne montumuz. Islanarak devam ettik. O yağmur yalnızca kıyafetimizi değil, korkularımızı da temizlemiş gibiydi.

Aynı yılın yazında staj için Almanya’ya gitmeyi düşünüyordum. Kısmet Bursa BOSCH’ta fabrikada stajımı yaparken zihnimde sürekli Devrim, kampüs, yaz sabahlarının mor çiçekleri vardı. Almanca teknik çizimlere bakıp 2 ay uzattım stajımı.

Zaman çabucak geçti. Mezun olduk, yollarımız ayrıldı. Kimi başka ülkelere gitti, kimi özel sektörün karmaşasında kayboldu. Yıllar sonra Meryem’in yurtdışına yerleştiğini öğrendim. Erdem üniversitede kalmış, akademik hayatı seçmiş. Ben ise mühendis olarak çalışma hayatının temposuna kapıldım.

Uzun yıllar sonra, baharın ilk günlerinden birinde ODTÜ’ye tekrar döndüm. Devrim Stadı yine oradaydı. Aynı taş basamaklara oturdum. Bu kez yanımda ne Meryem vardı ne de Erdem. Ama gençliğim oradaydı. O gri eşofmanlı, umut dolu halimle göz göze geldik. Hafifçe gülümsedim.

Devrim bana yalnızca mühendisliği değil, dayanışmayı, dostluğu, direnmeyi, düş kurmayı, anlamayı ve kimi zaman sadece göğe bakmayı öğretti.

Zaman akıyor, ama Devrim hep orada. Belki eskisi kadar gür değil, belki biraz yorgun. Ama taşlarının altında hâlâ bizim sesimiz, haykırışlarımız, ilk sevdamız, ilk kırgınlığımız ve zaferimiz var. Her biri birer basamak. Ve her çıktığımda, bir gün yeniden orada oturacağımı hissediyorum.

Çünkü Devrim yalnızca bir spor alanı değil; bir çağın nabzıydı. Ve ben hâlâ o kalbin ritmiyle yaşıyorum.

Çılgın makinacılar.

Yorum bırakın