(Bir Manifesto)
Bu kitap, daha iyi şirketler kurmak için yazılmadı.
Ama eğer şirketler daha insani, daha sürdürülebilir olmak istiyorsa—burada öğrenecek çok şeyleri var.
Daha verimli sistemler tasarlamak için de yazılmadı.
Ama asıl verimliliğin, insanı dışlamadan tasarlanan sistemlerde yattığını gösterecek.
“Yeşil” raporlar üretmek gibi bir amacı da yok.
Çünkü yeşil sadece bir renk değil; yaşamın ta kendisi.
Bu kitap, insanlığın varoluş ihtimali giderek azaldığı için yazıldı.
Bugün, insanlık tarihte ilk defa aynı anda üç büyük güven krizinin içinde:
- Gıdaya erişim artık garanti değil.
- Suya erişim, doğuştan gelen bir hak olmaktan çıkıyor.
- Enerjiye ulaşmak ise giderek daha kırılgan, daha politik ve daha sınıfsal bir hale geliyor.
Bu krizler, tek tek bakıldığında yönetilebilir gibi duruyor.
Ama birlikte düşünüldüğünde resim çok net:
Sorun, kaynaklarda değil.
Asıl mesele, insanın bu kaynaklarla nasıl ilişki kurduğunda yatıyor.
Biz ilerlemeyi yanlış anladık.
İlerleme dedik, ama aslında tükettik.
Büyüme dedik, ama aslında karmaşa yarattık.
Verimlilik dedik, ama aslında kırılganlık inşa ettik.
Oysa gerçek ilerleme, insanın geleceğe güvenle bakabilme kapasitesidir.
Ve eğer güven yoksa:
- Teknoloji bir tehdide dönüşür.
- Büyüme, çöküşe çıkan bir yokuş olur.
- Eğitim anlamını yitirir.
- Kurumlar çözülür.
- Toplumlar dağılır.
İşte bu kitap, tam burada durur ve açıkça söyler:
Sorun teknoloji değil, öğrenememektir.
Sorun yönetim değil, eğitimdir.
Sorun kaynakta değil, güvenilirliktedir.
Bu yüzden, kitap sürdürülebilirliği sadece çevresel bir konu olarak değil,
bir insanlık meselesi olarak ele alır.
Ve kalbinde çok önemli bir kavram taşır:
Çift Geçiş Teorisi
Bu teori bize yalın ama güçlü bir gerçeği hatırlatır:
- Sistemleri değiştirmek yeterli değildir.
- İnsanların düşünme biçimi değişmeden, hiçbir sistem uzun süre ayakta kalamaz.
Bu kitap, okuyucusundan şunları ister:
- Konforlu cevaplara tutunmaktan vazgeçmesini,
- Kısa vadeli çözümleri sorgulamasını,
- Eğitimi yalnızca okuldan ibaret görmemesini,
- Ve her şeyin merkezine güvenilirliği koymasını.
Çünkü bu kitap şuna inanır:
İnsan öğrenmezse, sistemler çöker.
Sistemler çökerse, insanlık kaybeder.
Bu sadece bir uyarı değil.
Bu bir çağrı.
Bir kararlılık.
Bir manifesto.
Ve bu manifestonun sonunda tek bir soru var:
“Öğrenecek miyiz, yoksa kaybedecek miyiz?”