Gıda Sistemlerinde Çift Geçiş:
Topraktan Eğitime Uzanan Dönüşüm
Endüstriyel Tarımın Sistemsel Kırılganlığı
- yüzyıl boyunca tarımsal üretim süreçleri, mekanizasyon, kimyasal girdiler ve hibrit tohumların kullanımıyla önemli ölçüde modernleşmiştir. Bu dönüşüm, kısa vadeli üretim artışı sağlamakla birlikte, toprağın canlı bir ekosistem olarak değil; salt üretim aracı olarak konumlandırılmasına neden olmuştur. Sonuç olarak, ekosistem hizmetleri zarar görmüş, biyolojik çeşitlilik azalmış ve tarımın doğayla kurduğu simbiyotik ilişki zedelenmiştir.
Endüstriyel tarım sistemlerinin doğa ile olan ilişkisi iş birliğine değil, müdahaleye dayanır. Bu durum, söz konusu sistemleri iklim değişikliği, küresel sağlık krizleri ve jeopolitik belirsizlikler karşısında kırılgan hale getirmektedir. Zira bu yapı, üretkenliği önceliklendirirken dayanıklılık, sürdürülebilirlik ve yerel bağlamı ihmal etmektedir.
Bu bölümde, tarım yalnızca ekonomik bir faaliyet olarak değil; aynı zamanda epistemolojik, kültürel ve pedagojik bir pratik olarak ele alınmakta ve eğitim süreçlerinin gıda sistemlerinin yeniden yapılanmasındaki rolü değerlendirilmektedir.
Çift Geçiş Kuramı: Tarımda Teknolojik ve Kavramsal Dönüşüm
“Çift geçiş” yaklaşımı, tarımsal dönüşümün hem teknolojik hem de bilgi üretim süreçleri açısından iki aşamalı bir yapı arz ettiğini ileri sürmektedir. Bu iki düzlem, tarımın doğayla kurduğu ilişkiyi ve üreticinin bilgi üretimindeki konumunu temelden değiştirmektedir.
Birinci Geçiş: Endüstriyel Teknikleşme Süreci
Birinci geçiş, tarımın yüksek girdili, mekanize ve kimyasallara dayalı üretim sistemlerine evrilmesini tanımlar. Bu bağlamda:
- Mekanizasyonun yaygınlaştırılması,
- Kimyasal gübre ve pestisit kullanımının artması,
- Endüstriyel hibrit tohumların kullanımı,
- Uzun ve kırılgan tedarik zincirlerinin kurulması,
- Maksimum verimliliğin öncelikli hedef haline gelmesi,
gibi unsurlar ön plana çıkmaktadır.
Bu sistemde toprak, bir üretim altyapısı olarak nesneleştirilmekte; çiftçi ise bilgi üreten özne olmaktan çıkarak, uygulayıcı bir teknisyene indirgenmektedir. Tarımsal bilgi, deneyime değil, dışsal teknik müdahalelere dayanmaktadır.
İkinci Geçiş: Ekolojik, Kültürel ve Pedagojik Dönüşüm
İkinci geçiş ise tarımı yalnızca teknik bir faaliyet olarak değil; ekolojik, kültürel ve pedagojik bir alan olarak yeniden çerçevelendirmeyi amaçlar. Bu yaklaşımda:
- Toprak sağlığı ve mikrobiyal yaşam üzerine bilgi üretimi,
- Yerel bilgi sistemlerinin güçlendirilmesi ve üretici eğitiminin katılımcı hale getirilmesi,
- Agroekolojik ve rejeneratif tarım pratiklerinin yaygınlaştırılması,
- Yerel tedarik ağlarının ve gıda egemenliğinin güçlendirilmesi,
- Tohumun yalnızca biyolojik değil, kültürel ve simgesel anlamlarıyla birlikte ele alınması,
temel yönelimlerdir.
Bu geçişin gerçekleşmediği dönüşüm süreçleri, yalnızca teknik yapıyı dönüştürür; ancak epistemolojik ve kültürel bağlamı ihmal eder. Bu ise bilgi üretiminde, değer sistemlerinde ve uzun vadeli sürdürülebilirlikte derin boşluklar yaratır.
Vaka Analizleri: Üç Ülke Deneyimi
Aşağıda, ikinci geçişin farklı sosyo-politik ve ekonomik bağlamlarda nasıl somutlaştığını gösteren üç örnek vaka ele alınmaktadır: Hindistan, Küba ve Hollanda.
Vaka 1: Hindistan – Andhra Pradesh’te Doğal Tarım Uygulamaları
Andhra Pradesh eyaleti, kimyasal girdilere bağımlılığı azaltmak amacıyla geniş kapsamlı bir doğal tarım programı yürürlüğe koymuştur. Bu dönüşüm yalnızca teknik değil; özellikle zihinsel ve pedagojik düzeyde yapılandırılmıştır.
Program kapsamında:
- Çiftçilere, toprağın biyolojik ve ekolojik özellikleri konusunda bilgi verilmiş,
- Bilimsel bilgi ile yerel bilgi sistemlerinin entegrasyonu teşvik edilmiş,
- Kadın çiftçilerin aktif katılımını içeren öğrenme toplulukları kurulmuş,
- Tarımsal karar alma süreçleri kolektif yapılara dayandırılmıştır.
Sonuçlar: Toprak sağlığı gözle görülür şekilde artmış, kimyasal bağımlılık azalmış, çiftçilerin borç yükü düşmüş ve yerel gıda sistemleri daha dirençli hale gelmiştir.
Çıkarım: Tarımsal dönüşüm, teknik müdahalelerle değil; zihinsel ve kültürel yeniden yapılandırma ile kalıcı hale gelebilir.
Vaka 2: Küba – Kriz Bağlamında Agroekolojik Yeniden Yapılanma
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Küba, ithalata dayalı tarımsal yapısının çöküşüyle büyük bir kriz yaşamıştır. Bu kriz, agroekolojik ilkeler doğrultusunda bir dönüşüm fırsatına dönüştürülmüştür.
Dönemsel uygulamalar:
- Kent merkezlerinde “organopónicos” adı verilen topluluk bahçelerinin oluşturulması,
- Bilim insanları ile çiftçiler arasında katılımcı bilgi üretim süreçlerinin kurulması,
- Tarımın savunma aracı değil; toplumsal dayanışma, öğrenme ve kimlik inşası mekanı olarak yeniden kurgulanması,
- “Üretim = direniş” paradigmasının kültürel bir değer haline gelmesi.
Çıkarım: Kriz, eğer toplumun kolektif öğrenme kapasitesi yüksekse, yalnızca bir tehdit değil; bir yeniden yapılanma aracı olabilir.
Vaka 3: Hollanda – Teknolojik Kapasite ile Bilgi Odaklı Tarım
Hollanda, sınırlı coğrafi alanına karşın dünyanın en büyük tarım ihracatçılarından biri konumundadır. Bu başarı, yalnızca ileri teknoloji kullanımına değil; çiftçilerin yüksek düzeyde bilgiye sahip olmasına da dayanmaktadır.
Uygulanan stratejiler:
- Tarım teknolojileri ile çiftçi eğitiminin bütüncül şekilde entegre edilmesi,
- Sensör teknolojileri, yapay zekâ ve veri okuryazarlığı temelinde hassas tarım uygulamalarının geliştirilmesi,
- Çiftçinin yalnızca fiziki üretim yapan değil, veriyle çalışan bir aktör haline gelmesi.
Çıkarım: Teknoloji, ancak bilgiyle anlam kazandığında sürdürülebilirliğe katkı sunar. Bilgi altyapısı zayıf olan dijital sistemler, otomasyon sağlayabilir; fakat vizyon üretemez.
Gıda Sistemlerinde Bilinç Temelli Dönüşüm
Gıda sistemlerinin dönüşümü, yalnızca toprağı işlemekle değil; onu anlamakla mümkündür. Bu anlayış, teknik uzmanlıktan öte; etik sorumluluk, kültürel farkındalık ve eleştirel düşünme ile beslenmelidir.
Temel Sonuçlar:
- Gıda güvencesi, salt verimlilikten değil; bireyin bilinç düzeyinden kaynaklanır.
- Eğitim süreçleri, teknolojik ilerlemelerden önce yapılandırılmalıdır.
- Tohum üretimiyle birlikte kültürel anlamlar da yeniden üretilmelidir.
- Sürdürülebilir tarım, yalnızca verim değil; sistemik dirençlilik ve yerel bilgiyle mümkündür.
Zira ikinci geçiş yaşanmadan gerçekleştirilen her yapısal dönüşüm, yalnızca formda değişim yaratır; fakat kültürel sürekliliği ortadan kaldırır.
Sonuç olarak, kültürel bağlamından koparılan bir tarımsal sistem, fiziksel ihtiyaçları karşılayabilir; ancak anlam üretme kapasitesini yitirir.