GÜLÜMSETEN YAZLAR

İlkokul üçüncü sınıfın son günü idi.

Karnelerimizi almıştık.

Okulun önünden geçen dolmuşa el kaldırdım.

Heykel – Gençosman dolmuşu idi.

Arka kapıyı açıp bindim.

Gülüştüler dolmuştakiler.

50 Kuruş uzattım şöföre doğru alırmısınız diyerek.

Yine gülüştüler.

30 kuruş para üstünü alıp önlüğümün cebine koydum.

Şöför aynadan bakarak, hayırdır nereye diye sordu.

Karnemi aldım babamla dedeme göstermeye dükkana gidiyorum. Bu yaz dükkanda çalışacağım dedim.

Yine gülüştüler.

Önde oturan teyze karnen nasıl diye sorunca birazda utanarak hepsi beş dedim.

Dükkanın önüne geldiğimizde sağda inebilimiyim dedim.

Gülüştüler, indim.

Yalova Yolunun girişinde dükkan.

Daha yolu ucube gibi bizim dükkanın üstünden geçirmemişlerdi.

Öne 4 otobüs içeriye 4 otobüs alınırdı.

Karoserci idi hem dedem hem de babam

Otobüslerin arasından geçip içeriye girdim.

Babam bir otobüsün yan sacını çekiyordu.

Dedem ise bir başka otobüsün dolap kapağını ayarlıyordu.

Babaaaaa karnemin hepsi beşşşş diye bağırdığım da

İlk tepki dedemden geldi.

Sen kiminle beraber geldin diye

Dolmuşa binip kendim geldim der demez

Babam elinde ki işi bırakıp bana kızgın kızgın gelmeye başlayınca

Önde ben arkada dedem ve babam kovalamaca oynamaya başladık

En sonunda bir otobüsün altında beni sıkıştırdıklarında

Çalışanların kahkahaları geldi kulağıma.

Sonra babam aldı beni dizine

Bak oğlum dedi yaşın tek başına dolmuşa binip gelecek kadar büyük değil

Senin için tehlikeli, sapıklar olabilir.

Baba dedim peki bana neden güldüler

Küçüksün diye oğlum, küçük olmana rağmen cesaretin nedeniyle güldüler

Ben çalışıp para kazanmak istiyorum dediğimde bu sefer babam güldü…

Her sabah benimle gelir akşam dönersin dedi.

O yaz hemen hergün dükkana gittim.

Çıraklık yaptım.

Yine de kendimi para kazanmış gibi hissetmedim.

İki yaz sonra benim çalışma isteğimi gören dedem bu sefer benden erken davrandı.

Belediye Encümeninden arkadaşı Süleyman Amca nın Kapalı Çarşıda altlı üstlü 2 dükkanı vardı.

Alt dükkan antikacı idi.

Üst dükkan ise iç çamaşırı satardı.

Dedem Süleyman Amcanın dükkanında çalışacaksın dediğinde

Evdeki herkes güldü

Sabah dedenle beraber çıktım evde o dükkana ben Kapalı çarşıya doğru yönlendik.

/ yoktu ben gittiğimde o gün öğrendim çarşıda dükkanların 9 da açıldığını

Müşterilerin ise 10 gibi gelmeye başladığını

Beni gören Süleyman amca güldü

Başımı okşayıp yarın 9 da gel olur mu dedi.

İçerisini süpürdüm. Bizim dükkandan sonra burası küçücük gelmişti.

Gün içinde dinlenmek için boşluklarda alt kata inen çarşı içindeki merdivenlerin demirlerine dayanırdık.

Süleyman amcanın öğlu ile beraber.

Müşteri geldimi koşturarark içeriye.

Ben tam külotları düzenlerken sütyen istiyorum dedi bir hanım.

Kaç beden?

Elleri ile göğüslerini alttan destekleyip bunları taşıyabilecek beden olsun dedi

Dükkandaki herkes bastı kahkahayı.

Dayanamayıp az kalsın diyecektim az bekleyin size alt katta antika dükkanından birşey bulmaya çalışayım…

Cumartesi akşamı ilk haftayı bitirmek üzereydim

Süleyman amca seslendi Okan gel biraz.

Gülümseyerek uzattın elini

Avucunda ilk haftalığım

İlk kez para kazanmıştım

Gülüyordum

Gülümsüyordum.

Gidebilirmiyim diye sorup onayı alır almaz koşarak ayrıldım yanından

Bir solukta çarşının öbür ucunda ki bir başka dükkanda aldım soluğu.

Önünde Zagor resmi olan tişörtü alıp hediye paketi yaptırdım.

İlk haftalığımla ilk kazandığım para ile dayımın altı aylık oğlu Levente 3 yaş tişörtü almıştım

Evde bütün aile güldük.

……..

22/01/2012

VURSUNLAR BİRTANE DAHA

Susku, ranzada üst komşum, ben alt katta o üst katta yatıyor.

Pırlanta gibi biri,

ODTÜ ye değer katanlardan biri

Siyasetten uzak, babası Türkiyenin en önemli siyasilerinden biri

Çok genç yaşta tanıştı böbrek ağrısı ile

Böbreklerinde ki kum acı veriyor.

Onunla beraber acısını paylaşsam da Susku zıpla, zıplarsan kumlar dökülür demekten kendimi alamıyorum.

Zıplıyor Susku sabaha kadar.

Bu kadar temiz biri O.

Yine Vedat ve Şadi ile briç oynamaktan döndüğüm bir gece

Odaya girdiğimde Susku’yu ayaklarını tavana dikmiş buluyorum.

Acıdan kıvranıyor

Susku’nun yüzündeki acı yarattığı komik pozisyonun önüne geçiyor.

Hadi diyorum gidiyoruz.

Cevap veremiyor ağrıdan konuşmakta zorlanıyor.

Koşarak 6 katı iniyorum.

Danışmadaki görevliden rica ediyorum revirdeki ambulansı çağırıyor.

Ambulansa dediğime bakmayın içinde hiçbir techizat yok

Bir solukta yine odaya çıkıp Suskuyu indiriyorum ranzadan

Üzerine birşeyler alıp çoraplarını ve ayakkabılarını giydiriyorum.

Koluna girip aşağıya iniyoruz.

Daha ambulans gelmemiş.

Konuşturmaya çalışıyorum ağrısını unutsun diye.

Üst üste 3 tane yüksek dozajda Baraljin aldığını öğreniyorum.

Ağrısı dinsin diye…

Kusuyor yeşil yeşil… Endişeleniyorum.

Söylenerek giriyor kapıdan ambulans şöförü.

Nerede hasta diyerek.

Görmüyormu yoksa uykusu bölündü işini yapacak diye bizi mi suçluyor.

Daha Ambulansa bindiğimiz andan götürürüm ama sizi beklemem orada diyor.

Yolda uyuyup bir ağaca çıkmazsak dönersin diyorum içimden

Sıhhıye deki Numune hastahanesine geldiğimiz saat sabaha karşı 3 e geliyor.

Acilden içeriye giriyoruz.

Susku ayakta zor duruyor.

İlk defa böylesi boş bir ail servis görüyorum.

Nereye geldik diye düşünürken Susku’yu sıraya oturtup hemşire ve doktor aramaya koyuldum.

Neden sonra bulduğum bir hasta bakıcıdan nöbetçi doktorun odasını öğrendim.

Susku kolumda kapıyı çaldım ses yok yine çaldım yine yok yavaşça araladım kapıyı.

Uzunca bir oda doktor karşıda masasında uyuyor, muayene masası kapının hemen yanında

Susku’yu muayene masasına oturtuyorum.

Aldığı ilaçların vede uykusuz geçen gecelerin ardından dik durmakta zorlanıyor.

Dayan biraz diyorum

Doktoru uyandırmaya gidiyorum.

Doktor bey doktor bey kalkarmısınız deyip dürtüyorum.

Doktordan çıkan hı ne var sesini duyduğumda Susku’nun yıkıldığını görüyorum.

Koşuyorum Susku’yu doğrultuyorum.

Dönüp baktığımda doktor beyimiz uyumuş.

Gidip doktoru uyandırdığımda bizimkisi yatıyor, bizimkisini kaldırdığımda doktor uyuyor

Dayanamıyorum, Suskunun yanına oturup onun dik durmasını sağlayıp avazım çıktığı kadar bağırıyorum doktora….

Zıplayarak uyanıyor yerinde, biraz şaşkın biraz kızgın bakıyor bize doğru.

Ne var diyor.

Anlatmaya çalışıyorum.

Böbreklerinde kum var, ağrısı dinsin diye yüksek dozda üst üste baralgine almış yeşil yeşil kusuyor.

Doktor boş boş bakıp söyle hemşireye bir baralgine iğne vursunlar diyor.

Acı acı gülümsüyorum.

Doktor gülümsediğimi dahi göremeden yeniden uykuya dalıyor.

Giriyorum arkadaşımın koluna hadi gidiyoruz diyorum.

Nereye nasıl diyor.

Ambulansın gittiğinden emin.

Gerekirse sırtımda taşırım seni diyorum acil servisin kapısından çıkarken.

Şöför insafa gelmiş gidememiş bizi bekliyor arabanın içinde uyurken.

Okula ve yurda geri dönüyoruz, arkadaşımın başı omzumda

Kimse konuşmuyor

….

23/01/2012

BİR PAZAR EYMİR

ODTÜ’nün çok büyük bir arazisi vardır. Herkesin ağzını sulandıran.

Bilkent’in mevcut kampüsünün büyük bölümünün ODTÜ arazisi olduğu söylenir.

Hatta bu araziye el konulabilmesi için önce ağaçların kestirtildiği de iddia edilir.

İşte bu kocaman arazinin içinde su sporlarının yapılabildiği bir Eymir Göleti de vardır.

Birçok ODTÜ’lü bu göleti görmeden mezun olur.

Bende sadece birkez gidebildim Eymir Göletine.

Oysa her pazar sabah 9 da bir otobüs kalkardı yurtlar bölgesinden.

Akşam 5 de de Eymir’den yurtlar bölgesine gelirdi.

Hazırlıkda son haftamıza girmiştik.

Black Sabatth dinlerken kupamdan çayımı yudumluyordum.

Confucius ranzasına uzanmış elinde teksirler, Ali sınava çalışıyordu.

Odanın kapısı hafifçe aralandı. Bülent kimseyi rahatsız etmemek için önce şöyle bir bakındı.

Sonra gelip Susku’nun sandalyesine oturdu.

Uyuyan yok değil mi diye de yavaşça sordu.

Gülümsedim… Anladık anladık dedi bu müzikte uyuyan olmaz diye kendisi cevapladı.

Bülent’te Bursalı idi. Teknik liseden gelmişti. Biz Bursa Erkek Lisesinden aynı sınıftan beş olmak üzere toplam 8 kişi gelmiştik. Onlarda teknik liseden 4 kişi.

Anneme sorarsanız size hani şu bir tepsi şekerpareyi yiyen çocuk mu der hemen.

Bülent Petrol bölümünde okuyacaktı.

Kasetçalara uzanıp müziğin sesini biraz kıstıktan sonra.

Sen hiç Eymir’e gittin mi diye söze başladı.

-Yoo gitmedim.

-Bu pazar gidelim mi?

-Ne yapacağız ki?

-Piknik yaparız.

-Mangal mı yakacağız?

-Yok be oğlum ne mangalı peynir ekmek domates.

-Bari yeşillikte olsun.

-Karpuzda alırız.

-Kim kim gideceğiz

-Sen, ben, Adnan, Burhan, Refik başını uzatıp Ali ile Conficyusa bakarak sizde gelirmisiniz?

Ali, sağol Salı günü final sınavına hazırlanacağım dedi.

Confucius, keşke dönem içinde olsaydı diye serzenişte bulundu.

Pazar sabah 9 olmadan yurtlar bölgesindeki durakta idik.

Mavi otobüs geldi 5 ergenlikten yeni çıkmış erkek itişe kakışa bindik.

Başka kimse gelmiyecek mi diye düşünürken 4 kız geldi koşarak.

Yola koyulduk.

Bizimkiler kikirdeşmeye başladılar, kızlarda kendi aralarında.

Bizde mevzu kızların kim olduğu idi.

Kızların arkasından konuşacağınıza gidelim söyliyelim beraber piknik yapalım dedim.

Hadi hadi git söyle, ısrarların baktım ardı arkası kesilmiyor.

Yanlarına gittiğimde  gülüşmeleri kesildi ama hala bana gülümseyerek bakıyorlardı.

Birazda bundan cesaret alarak,

-Biz piknik yapacağız, orada ne bulacağımızıda bilmiyoruz. İsterseniz birlikte piknik yapabiliriz

Hala gülümsüyorlardı

-Ne dersiniz diye sorumu tekrarladım.

-Olurrr dediler hepsi bir ağızdan.

Eymir’e geldiğimizde indik.

Ne bir tesis nede başka birşey Göl ve biz, yanımızda ne getirdiysek o.

İyi ki de çok şey getirmişiz.

Bu arada herkes tanışmıştı. Kızlar bizden daha hazırlıklı idi.

Nefis birgün geçiriyorduk

Sessiz sinema, sohbet, yanımızda getirdiğimiz plastik top ile istop ve yakartop

Herkesin yüzünü gülüyordu.

Kızlardan Aynur yavaşça yanıma yaklaştı.

Yorgunluktan yere oturmuş göle karşı ayaklarımı uzatmıştım.

-Kulağıma eğilerek sana bir sır vereyim mi?

-Tabii ki

-İlknur’a baktığını gördüm

-Güzel kız

-Kaçırdın elinden çıktığı var.

-Eh ne yapalım.

-Bir haftadır çıkıyor

-Eee

-Bütün bir sene platonik olarak sana aşıktı

-Nasıl yani, neden hiç gelip söylemedi.

-Belki zamanında fark etseydin.

-Madem bana aşıktı neden bir başkası ile çıkıyor.

-Kova burcu o gururludur.

Gülümsedim. Yaşadığım büyük bir şaşkınlıktı.

Kova burcunun gururlu olduğunu da öğrenmiş oldum.

Dönüşte herkes mutlu idi…

Fakat kızlarla ilgili aklımda kalan en büyük şaşkınlık

Üç ay sonra dönem başında Aynur’u yemekhanenin önünde görmüştüm

Yanında çok güzel bir kız ile

Onlara doğru yöneldim.

Yanında ki güzel hanım elini uzattı

-Ben Ayşen

-Okan

Bu sırada Aynur bize doğru döndü

-Okan annemle tanıştırayım seni

Aman tanrım dedim içimden iyi ki Aynur’a kız kardeşin mi diye sormamışım.

Hayatımda ikinci kez böylesine utanıyordum.

Hızla uzaklaştım yanlarından.

Bir daha Eymir gölüne gidemedik o gün muhakkak yine gidelim diye konuşmamıza rağmen

Ama kurulan sıcak dostluklar hiç unutulmuyor…

 

25/01/2012

KIŞ UYKUSU

32 yıldan kalma bir Temmuz gecesi

Nereden aklıma takıldıysa her sıcakta her soğukta aynı nakarat

Bilmem kaç yıldan beri böylesi görülmedi

Betimlemek mi gerekiyor sıcak işte

Bu sıcakta kış uykusunda olanlar var

Ne yani onlar için son 32 yılın en uzun uykusu mu oluyor bu.

Gölgede derece kaçmış bir yerimize

Boz ayı ininde kış uykusunda sen neler söylüyorsun

Hiç bir ayı ile uykuya yattınız mı?

Horlamaz ayılar homurdanır ama siz korkudan horluyor sanırsınız

Oysa en tatlı hayvandır ayı

Hem tatlıyı sever hem de tembelliği

Balın iyisini kovan balını sever ayı

Kovana sokar elini arıların hışmına aldırmada

Avuç avuç yer balları

Armudun da iyisini tatlısını bilir ayı

Daldaki armudun da yerdeki armudunda iyisinden o anlar

Bazen koca gövdesi set kurar akan buz gibi suyun önünde

En büyük en yağlı en leziz alabalıkları ayırır sudan bir pençe darbesi ile

İyidir hoştur ama tembeldir bizim bu ayı

Bütün kışı şninde uyuyarak geçirir.

Aç kaldığında bile inmez köye yolunu şaşırmadıktan sonra

Yolda omuz atana döner deriz “OHAAA AYI”

Burnunu karıştırana deriz “ÇÜÜŞŞŞ AYI OYSAYDIN BARİ”

Kıçını kaşıyana “AYI İŞTE”

Oysa ne omuz atar, ne burnunu karıştırır ne de kıçını kaşır bu ayı oğlu ayı

Zamanı şaşırmış işte

Kış bitmiş

Bahar geçmiş

Yaz gelmiş uyuyor hala

Bizi boz ayı

….

11/06/2012

ŞİMDİ DÜŞÜNME ZAMANI

Seçimler bitti…

Yine kendimiz çaldık kendimiz oynadık.

Kimselere anlatamadık derdimizi

Sosyal toplum olmayı öğretemedik.

Eşit haklara sahip olup insanca yaşamak gerektiğini

Soınuç hile var yada yok ezici bir çoğunluk ile Faşizm

Milliyetçilik demiyorumFaşizm diyorum.

Faşist baskılardan kurtulmak için sandığa gidildi

Ve faşizm onaylandı %50 ile onaylandı.

Birileri çıkacak ülke istikrar istedi diyecek

Hadi oradan be mozaşist mi bu ülke faşizm de istikrar istesin

Ama sonuç öyle

Ülke kararını polis devletinden yana verdi.

Polisin 15 metreden baskısına karşı başka kime oy verebilirdi ki.

Şimdi artık birbirini suçlama değil

onu yapsaydık bunu etseydik değil

Düşünme zamanı

500 bin oyu alabilmek için ne yapmamız gerektiğini düşünme zamanı

Bırakın 500 bin oyu iktidara gelmek için

Bu ülkeyi faşist otoriteden kurtarmak için düşünme zamanı

Önce yapmamız gerek Komünizm bir dinsizlik olmadığını

Bir korku değil aksine sosyal toplumsal bir olgu olduğunu anlatmamız gerekiyor

İlk defa güzel bir seçim propagandası yapıldı

Anlaşılan o ki anlatmamız ulaşmamız gereken çok kişi var

Her zaman söylediğim gibi önce oyunu oyunun kurallarını iyi öğrenmemiz gerekiyor

Hile yapılmasına izin vermeden oyunu kazanmalıyız

Ondan sonra kuralları biz koyarız biz değiştiririz.

Oyunun kurallarının silahla değiştirme zamanı çoktan geçti

Kapitalist düzen zayıf Rusya kalesini bile yerle bir etti

Komünist manifestoyu kelimelerin arasında boğanlar anlaşılmaz hala gelenler

Teröristlere onlarında hakkı var diye destek verenler

En az faşistler kadar Komünizme ve sosyal topluma zarar vermektedirler

12/06/2011

DEMOKRASİ Mİ DEDİ BİRİ!

12 Haziran 2011 Genel seçimleri

Ve ben oy kullanamadım.

Hem de demokrasinin birinci gereğini yerine getiremedim.

Neden mi diye soruyorsunuz

Söyliyeyim adres değişikliğini zamanında nüfus müdürlüğüne bildirmediğim için

Adres değişikliklerini Nüfsu Müdürlüğüne bildirmem gerektiğini bilmiyordum.

Öğrendim.

Cezasını para ile ödedim.

Değişikliği bildirdim.

Ama yine de oy kullanamadım

Neden diye sordum

30 Mart son tarihti dediler.

Sonrasında YSK ya telefon açtım

İlgili birim dediler bir hanımefendiyi bağladılar.

Oy kullanmak istediğimi söyledim

Bu isteğim olmasına rağmen basit bir adres değişikliği ile bunun nasıl elimden alındığını sordum.

2007 Seçimleri ile şimdiki seçmen sayısında ki artışa rağmen oy kullanamamı içime sindiremediğimi söyledim.

Bana kızdı, YSK başkanı bu konuda açıklama yaptıya dedi.

Hanımefendi dedim, ben TC vatandaşıyım ve oy kullanma hakkımı istiyorum dedim.

Biz dedi adrese dayalı seçmen belirliyoruz.

Kızgınlığı hala sesinin tonundan anlaşılıyordu.

Peki dedim evsizlerin bu ülkede seçme hakkı yok mu?

Sustu

Sustu

Baktım konuşmayacak

Verecek cevabı ezberletmemişler

Teşekkür edip telefonu kapattım.

Oturdum bilgisayar başına

Anayasa Mahkemesine bir soru sordum

Genel anlamda evsiz sokakta yaşayan TC vatandaşlarının oy kullanma hakkı olup olmadığına dair.

Gelen cevap Anayasa Mahkemesinin görevleri ve benim durumuma karşı yetkisizliği idi.

Sonra bugün bir resim

Bülent Arınç beyefendi oyunu Bursa da kullandı diye.

İkametgahı 30 Mart itibnari ile Manisa gözüken biri Bursa da oy kullandı.

Tabii bunu ayarlamaları çok kolay değil mi

Bir düşünün hadi partiler Milletvekili adaylarını hangi tarihte YSK ya verdiler.

Hemen hepsi Nisan ayında verdi.

Ya Bülent Arınç beyin Bursa dan aday olacağı Mart ayında belli idi

Yada demokrasi onlara farklı işliyor

Vatandaşa, halka farklı…

 

12/06/2011

ÇELİK ÇOMAK OYNADINIZ MI SİZ HİÇ!

Çocukluğumdan aklımda kalan birkaç oyundan biri

Neden çelik diyorduk bilmiyorum.

Sanırım bir yerimize geldiğinde duyduğumuz acıdan olsa gerek.

Kim öğretmişti neden oynardık

Zevki neydi

Kazanana ne veriyorlardı.

Alt tarafı uzunca bir sopa ile kısaca bir sopaya vurma oyunu idi.

Oyun kısaca iki taşın üstüne yatay koyduğumuz kısa sopayı

Hatta sopa bile denmez dal parçasını

Büyük sopa ile havalandırarak vurmak ve olabildiğince uzağa atmak

Oyun tamamı ile bundan ibaret idi.

Gerisi teferruat

Bursa da kuralları sayı hesaplamasını farklı uygulardık

Yalova’ya gittiğimizde farklı

Eskişehir de ise biraz daha farklı idi.

Ama temel kural kısa sopayı havalandır ve vur.

Çok basit gibi görünen bu oyunda bile

Takım olabilmek vardı,

Paylaşmak birlikte hareket edebilmek vardı.

Sevgi vardı dostluk vardı.

Ne çelik ne de çomak önemli değildi

Günümüzde ise çocukar kendileri için hazırlanmış

Paylaşımı olmayan

İletişimi olmayan bilgisayar oyunlarındalar.

Şimdi bunu oğlum okusa hemen itiraz eder.

Ama baba biz orada da başkaları ile iletişim kuruyoruz diye.

Arkadaşının kokusunu duymadan

Terlemeden hangi oyun çocuk oyunudur.

Her oyunun sonunda koşarak gittiğimiz bakkaldan

Gazoz içmenin zevkini o camlı daktiloda nasıl yakalayabilirler ki

Biz gazoz kapağına bile oyun oynardık…

Nuri Alço gazoza hap atana kadar….

11/06/2011

KORKU KRALLIĞI 3

Geçen gün bir arkadaşım bilim çözemedi korkuyu sen mi üstesinden geleceksin dedi.

Psikiyatri bilimi uğraşıyor korkular üzerine

Buldukları keşfettikleri her konunun sonuna fobi eklediler mi bilimsel oluveriyor korku

Çok büyük saygı duyuyorum çok zor bir bilim dalı

Ne olursa olsun bu yazı dizisine devam edeceğim.

Ama bugün biraz bilimsel bakacağım korkuya.

Psikiyatri bilimi üç ana gruba ayırmış korkularımızı

Sosyal-fobi, Agora-fobi ve Özgül-fobiler

Öyle uzuuunnn uzadıya yazınca kimse okumuyor.

O yüzden bugün sadece sosyal korkularımızın üzerinde duralım.

En çok karşılaştığımız korkulardan biri misafir kabul etmek

Özellikle hanımların büyük korkusu

Evim dağınık aman tanrım

Ne yaparım ben şimdi

Hay allah bak şurada da toz kalmış

Eeee ne ikram edeceğim

Gelende bir dedikoducu ki sorma gitsin

Hay allah şimdi bu herşeye kusur bulur

Ya başkalarına da anlatırsa

ooo

Gitti ömrün yarısı

Alt tarafı gelen misafir.

Misafir evime geliyor ise

Ben nasılsam öyle görsün beni

Benden rahatsız olana misafir denmez ki

Hem atalarımız ne demiş misafir umduğu ile değil bulduğu ile yetinmeli

Yine de bu sosyal korku hayatımızdaki sosyalleşmemiz önündeki çok öenmli bir engeldir.

Bu korkuyu yenmeniz için size bir arkadaşımı gönderebilirim.

Nikahlarından 2 saat sonra evlerine misafir olduğu ortak arkadaşlarımızın

Misafir fobisini, “Ya bu evde çerez yok mu, cips de olur” diyerek baştan yok etti

Sosyal korkularımızın hepsi toplum içinde varolma korkusunun alt detayları gibidir

Özellikle de iletişmimizi etkiler.

Bazen bu korkular öyle haller alır ki…

Toplum içinde;

Yemek yemek,

Telefon ile konuşmak,

Yazı yazmak,

Ders, seminer, konferans dinlemek yada sunmak,

Hatta ve hatta seyredilmek bile eziyet halini alabilir.

Korkularımızı engelimiz olmaktan ancak sevgimizi arttırarak çıkarabiliriz…

10/06/2011

01-KIMBILIR.mp3 Listen to this

KARABAŞ DİYE BİR İT

Karabaş ile ilk karşılaştığımda 4 aylık idi.

Babamın iş yerine girdiğimde birden karşıma çıkmıştı.

Beni görünce portakal gibi soyulmuş otobüsün altına kaçıverdi.

Siyahlıklar vardı başında kahve rengi bir köpekti.

Dudaklarımdan karabaş buraya gel gibi birşey çıktı.

Karabaş karabaş diye seslendim ama o korkmuştu sanırım

Otobüsün altında öylece yatmıştı.

Babamın sesini duydum.

Rahmetli “Korkutma o yavru daha” diye seslendi arkamdan

Sonra da adını ne koydun dedi…

Karabaş dedim.

Tam ona göre bir isim dedi sen sev diye aldım dedi.

Bu sırada Karabaş gelmiş babamın ayakkabılarını yalıyordu.

Acıkkmış dedi

Git şurdan lokantadan şu tasın içine çorba koysunlar ekmekde doğrasınlar dedi

Karabaşı kucağına almış başını okşuyordu.

Adını ben koymuştum ama hep o babamın köpeği olacaktı.

Elimde içinde ekmek çorba karışık tasla geldiğimde

Karabaşıda kucağıma verdi. Karabaşla ilk barış sağladığımız gündü

Babamın dışında elinden yemek yediği tek kişi bendim.

Terasta oynardık karabaş ile

Tembellikten fırsat bulursa tabii

Dükkanın içinde yaşardı, hep yatardı bir köşede

Ama nerede yatıyor olursa olsun

Herhangi biri babama elini kaldırdığı anda karşısında bir hırlama ile onu bulurdu

Bunu nasıl hissettiğini hiç anlamadık hiç çözemedik.

Ama bizim son köpeğimizdi.

Babam Karabaştan sonra ne eve ne de dükkana köpek almadı

Çünkü Karabaşın ölümü sevgiden oldu.

Babamın ona onun babama sevgisi öldürdü Karabaşı.

Bir pazar günü

Babamın dükkanın önünde karşı taraftaki yoldan araba ile geçtiğini gören Karabaş

Mesafe enaz 20 metredir.

Dükkanın üstünden 5,5 metre yükseklikten atlayıp koşarken

Ters yönden gelen bir aracın altında kaldı.

Babam fren sesindenmi yoksa Karabaşın sesinden mi

Durup baktığında gördüğü manzara ile ilgili

Ne anlattı ne de benim sormama izin verdi.

Hep korkuyu anlatacak değilim araya sevgi hikayeleri de serpiştireceğim.

Ama bu sevginin sonunda babamda sevdiklerini kaybetme korkusu yerleşti.

Babacığım seni her zaman sevdim

Ve hiç kaybetmedim ne seni ne de sevgini

Ne de SEVGİMİ…

5/06/2011

KORKU KRALLIĞI 2

Korkudan bahsettik

Dedik ki hayatımızda ki önemli bir etken.

Yaşama sevincimizi azaltan sevgimizi kısıtlayan bir kıskaç

Korkutularak büyütülüyoruz.

Erkeğimizi kızımız cinsiyete bakmadan korkutuluyoruz.

Daha küçüklükten korkmayı ve korkutmayı öğreniyoruz.

Gelin bu sefer kızlarımızı neler ile korkutuyoruz biraz onlara bakalım.

Önce otorite figürleri oluşturuyoruz kızlarımız için

Baba

Koca

Devlet

Şimdiler de aile bile bir korku figürü haline getirilmeye başlandı

İşimize gelmeyen en küçük bir aile mevzusu için dahi, “Aman komşular duymasın rezil oluruz”

Neyin rezili olacağız,

Komşular duysa ne olacak

Beni seviyorsa

Bana saygı duyuyorsa

Sıkıntımda yanımda olmayan komşuyu ne yapayım ben

Annelerimizi en önemli kaçamağı

“Baban duymasın”

Baktı yetmiyor

“Akşama babana söylerim” tehtidine kadar giden yol.

Baba mı, tüm günü yorgunluğu üzerinde

Evine geldiğinde istediği tek şey güler yüz ve sevgi

Oysa onu karşılayan

Çaresiz kaldığını yeterince korkutamadığını düşünen bir eşin dırdırı.

“Erkeklerle gezip tozma, kötü yola düşersin”

Eeeee ben kiminle hayatı paylaşacağım

Erkekler beni kötü yola düşürecekse

Hayatımda hiç mi erkek olmamalı

Aile nasıl olunuyor ki?

Kadın, erkek ve çocuklar değil mi?

Ve seni kötü yola düşürmeyen bir erkekle evlendiler diyelim.

Bitiyor mu korkular.

Hayır!

Nerede.

Kocaya saygı göster yoksa o sana tokadı gösterir korkusu başlıyor.

Cilve yap yoksa başkasına kaptırırsın korkusu

Yıllarca erkeklerle hiç iletişim kurmamış bir kadından

Yıllarca kadını uzaktan görmüş bir erkekten

Korku olmadan sevgi dolu hayatı paylaşmasını beklemek biraz cahillik olmuyor mu?

Koca yoksa devlet korkusu eksik olmaz sırtından

Küçük bir kızdı korku ile büyüdü

Evlendi kocaman bir kadın oldu hala korku içinde

Arkadaşımın güzel bir lafı var;

“SAĞLIKLI BİR ZİHİN, SEVDİĞİ ŞEYDEN KORKMAZ, KORKTUĞU ŞEYİ DE SEVEMEZ”

….

27/05/2011

07-NADAS.mp3 Listen to this

GEL DE YAZMA

“YERİ GELİYOR BUNLAR MİLLİYETÇİ, YERİ GELİYOR BAKIYORSUNUZ BİR ANDA KOMÜNİST” 

Sözün sahibi bu ülkenin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan.

Hadi gel de yazma

Bir Başbakan nasıl olur da bu iki kelimenin anlamlarını bilmez.

Yoksa biliyor da millete takiye mi yapıyor 

Kendisini destekleyenleri mi kandırıyor.

Millet sözlük anlamı ile “Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insanlar topluluğu”

Milliyetçi sözlük anlamı ile “Milliyet ilkesini benimseyen, milliyetsever.”

Komünizm sözlük anlamı ile ” Bütün insanların eşitliği ve eşit haklılığı ilkesine dayanan; gelecekte, sınıfsız bir toplumda, eşit yaşama koşulları içinde, herkese gereksinmesine göre ilkesini gerçekleştirmeyi erek olarak koyan bir toplum öğretisi.”

Komünistte bu öğreti yanlısı olan kimse

Şimdi biri bana söyleyebilir mi?

Bir toplum öğretisi olan, Komünizm ile toplumu ifade eden millet milliyet sözlükleri zıt sözcükler olabilir mi?

Komünizmi benimseyen her insan her fert öncelikle toplum ilkesini yani millet milliyetçilik ilkesini benimsemiş demektir.

Yıllarca bu ülkede insanlar komünizm gelecek diye korkutuldu. 

Oysa Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurduğu bu Cumhuriyette toplumsal öğretiler sınıfsız bir topluma doğru gidiş adına çok önemli idi.

Kemalizmin  ilkelerine baktığınızda halkçılık ve devletçiliğin hemen yanında milliyetçilik ilkesi vardır.

6 ilkenin tamamı, sınıfsız bir toplumda eşit yaşama koşullarını sağlamaya çalışan toplumsal öğretilerdir.

Yıllardır senaryo bir adım değişmedi, Komünizm ve Milliyetçilik farklı sınıflar olarak tanıtılmaya 

Halkların bilinç altlarına korku ile örülmeye çalışıldı.

Komünistler Moskova’ya diye bağıran zihniyeti yeniden hortlatmaya çalışıyorlar

Hortlamış mı yoksa…

Yok o zihniyeti kafalarından hiç çıkaramadılar ki!

Korku ile büyüyen, korkunun esiri olur

21/05/2011

DEEP PURPLE KONSERİ

İstanbul da yine bir konser akşamı

Yer mükemmel seçilmiş

Ulaşımı kolay

Konser vermek, eğlenmek için ideal bir yer.

Grup, Deep Purple 1968 lerden günümüze ulaşan bir grup.

Performans mükemmele yakın

Ama benim derdim biraz konsere gelenlerle

Hani neredeyse her yaştan var.

Gençler ağırlıkta olsa da

Tek eksik coşku

Böylesi mühteşem bir grup geliyor

Olduğu yerde sallanan birkaç kişiden başka kimse yok

Oysa seçim meydanları bile çok daha coşkulu.

İnsanın ne işiniz var sizi burada diyesi geliyor

Birkaç sene önce bile konserler coşkulu idi.

Kaybettiğimiz kaybettirdikleri şeylerin sayısı gittikçe artıyor sanırım.

İstanbulda gittiğim ilk konseri hatırlıyorum da

Hisar da Paco de Lucia konseri

Heyecandan konserden çıktıktan sonra bile ayaklarım titriyordu.

Deep Purple, Led Zeplin, Black Sabath bana Üniversite yıllarımda Ağır Metali sevdiren gruplar

ODTÜ de 2. yurdun karşısında çimenlere oturup dinlemenin keyfi bambaşkaydı

Konserde tek rahatsız eden coşkunun azlığı değildi

Ellerine kırmızı bayraklar almış bir grubun

Arkalarındaki seyircilerin konser zevklerini berbat ettiklerine aldırmadan

Bayraklarını fütürsüzca sallamalarıydı.

Bayraklarına ” Always Rock” yazmış bu grubun yeri konser alanı değil seçim meydanları

Yine de her şeye rağmen 68 kuşağından beklenebilecek en yüksek performansı sergilediler.

Teşekkürler Deep Purple

18/05/2011

HAYATIN ORASINDAN BURASINDAN…

Başımıza gelmeden bilemeyiz kimse de uyarmaz.

Acı bi tecrübe ile öğreniriz.

Çoğumuz gelen bilgilendirme e postalarını siler atarız.

Yarısına gelmeden sıkıldığımız çok olmuştur.

Bu da 112 Acil den dertlenmiş bir arkadaşımın e postası idi.

Yaşadığını öylesine içten dökmüş ki kelimelere

Üzüntüsüne sizleri de ortak etmeden yapamadım.

İstanbul metropolünde hah bahar geldi dene birgünde

Elinde bastonu ile caddede karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir adam

Yaş ilerlemiş vücudu yılların yoğunluğunu taşımaktan yorulmuş

Kimbilir aklından neler geçiyor bilinmez ama

İstediği birkaç adım daha atıp karşıya ulaşmak varken 

O da ne bir canavar hem de adını trafikden alan bir canavar

Tüm şiddeti ile kendini dahi taşımakta zorlanan bu yaşlı bedene çarpmış

Görenlerin bir kısmı başını çevirip uzaklaşırken kimi ah vah çekerken

Arkadaşım sarılmış hemen telefona

Hızla çevirmiş 1 1 2 sadece 3 numara hızlı ve acil aransın diye

3 saniyede bağlansın yardım hemen ulaşsın diye…

Hani 7 numara çevirip gereksiz zaman kaybedilmesin diye kısa tutulmamışmıydı…

Taaa tammmm

Karşınızda sesli yanıt sistemi,

Hadi bas kızım şu numaraya

Olmadı yetmez bak sen şuna da bas

Dur sen ne için aramıştın ki 

İstersen bir de yeniden dene

Olacak merak etme sen şuna da bas

Derkeennnn 3 dakika 5 saniye gibi kısacıcık bir sürede birilerine ulaşma mutluluğu

Gözünüzün önünde canı ile uğraşan yaşlı bedene baktığında

Zorla ulaşabildiği telefona mı isyan etsin 

yoksa gözünden süzülüp giden yaşa ya bu babam olsaydı mı desin

Bu televizyonlara reklam verip biz sağlık hizmetini ayaklarına taşıdık demeye benzemiyor

DEĞİL Mİ….

17/05/2011

KORKU KRALLIĞI 1

Tek bir yazı da korkunun işlenebileceğine inanmadığım için 1 diye yazdım.

Belki 10 da belki de 100 de tamamlarız.

Belki benim yazamadıklarıma da sizlerde birşeyler eklersiniz.

İnsanları yönetmek, daha doğrusu gütmek için kullanılan en önemli araçtır.

Doğduğumuz günden itibaren korku içerisinde büyütülürüz

Hem de bizi canından bile çok seven anne babalarımızla başlar korku.

Severken bile korku fısıldanır çoğumuzun kulağına

Cıııssss elleme sakın

Çoğumuz sevgiye aç büyür

En büyük korku ise bizi yaratanadır

Yaptığınız en küçük bir hatanın sonrasında. “ALLAH KORKUSU YOK” bunun denir arkanızdan

Oysa beni yaratandan,

beni doğurandan,

beni doğrtandan,

neden korkayım.

En büyük sevgiyi onlara duyuyorum ben.

Ama sevgi ayrı bir konu, araya sevgi ve özgürlük yazıları da kaleme alacağım.

Çocukluğumuzda bize öğretilen korkular

Büyüklere el kalkmaz, taş olursun sonra

Oysa büyüklerin eli kalkıyor,

Çocuk zaten korumasız gücü yetse koruyacak belki de kendini

Ama olmazzzz büyüklere el kaldırma sakın taş olursun valla

Ben rahmetli babamdan bir fiske dahi yemeden büyüdüm

Ama bana bile söylenen bir korku sözcüğü idi bu

Korku,

Tabağında pirinç tanesi bırakma arkandan ağlarlar sonra

Lokmanı öyle bırakma çok büyük günah

Ekmeğini öyle koparma günah günah

Hay allah yetmedi Allah ta karışmaya başladı korku işine

Bir çocuğu bir sevgi ile büyütmeyi unutuyoruz galiba

Oysa

Dünyada bu kadar aç varken

Bir pirinç tanesi dahi israf etmemeli insan

Küçücük bir lokma bile olsa çöpe atılmak yerine

Belkide bir sokak hayvanının karnını doyurabilir

Ekmeği öyle ağzında koparmazsan kalanını sofradaki bir başkası yiyebilir

Korkutmak en kolay

Korkak çocuğu yönetmek de kolay olur.

Sonra yaz aylarında aynı otele düştüğünüz yabancı aillelerin çocuklarına hayran hayran bakıyorsunuz

Ya ülkemizin çocukları sürekli ağlıyorlar

Sürekli mutsuzlar

Biri korku ile büyütülen çocuk diğer sevgi ile

Aradaki tek fark bu..

Korku için yazacaklarım tabii ki bu kadarla sınırlı değil

Çoookkkk uzun bir yazı dizisi olacak

Sizlerinde katkılarınızla

17/ Mayıs / 2011

05-GAMSIZ_HAYAT.mp3 Listen to this

10 NUMARA ALAVERE DALAVERE

Hafta sonu gazetelerde gözlerden kaçan bir haber vardı.

Bir Bakanımız buyurdular;

“Motorin yerine 10 Numara yağ kullananlar yanacaklar”

Kimse dikkat etmedi yorumlamadı bile

Entel dantel aydınların umurunda değil

Cemaatten beslenen kargaların umurunda değil

Çoğu altında lükse arabalar,  jipler

Nedir arkadaş bu 10 numara yağ kim kullanır

Neden kullanılır

Hem neden kullannanlar yanıyor

Üreten satan ne olacak

Nedir bu fakirin çektiği demiyeceğim tabii

Ama kullananlarda hani refah, ferah yaşamıyorlar.

Bu yakıtı kullananlar dizel araç sahipleri

Ağır vasıtalarda kullanıyorlar.

Dünyanın en pahalı yakıtının satıldığı bu ülkede

Ekmek parası için borç harç aldıkları pahalı araçlarına

3 kuruş buldukları işin üzerinden para kazanabilmek için kullanıyorlar.

Çiftçiler kullanıyor traktörlerinde

Tohum amerikalının, israillinin elinde düşmüş durumda

Gübre işi almandan sorulur oldu

Enflasyonu arttı mı suçlu olan domatesi biberi 2 kuruş ucuzlatmak için kullanıyorlar.

Ama bakanımız buyurmuşlar kullananı yakacağız.

Çok güldüm bu işe

İmal edenler alanen yapıyorlar bu işi

Satanlar alanen satıyorlar yollarda tabela koyup

Ana hammaddesini getiren en büyük ithalatçı ise

Bilindiği kadarı ile bir başka Bakanımızı çok sevgili oğlu…

 

Kullanmayın yakarım haaaa

CHP iktidara gelince Mazotu 1,5 liraya düşürecek çiftçiler için

yapsınlar ellerinden öpeceğim.

16/ Mayıs / 2011

07-BENIM_HALA_UMUDUM_VAR.mp3 Listen to this

Gece Yarısı

Günün ilk dakikaları her zaman karanlıktır. Çoğumuz uykuda yakalanırız güne. Tüm günün yorgunluğu kendimizi bırakıverdiğimiz yatağımızda. Ben özellikle kışları sevmem gece uyumayı rüya görmekten korktuğuma değil yada sabah uyanamamaktan. Ben güne uykuda başlamayı sevmem.

Bu topraklarda doğup büyüyen her insan gibi egoları yüksek tembel olmak üzere yetiştirildim oysa. Yine de günün ilk dakikalarını düşünerek değerlendirmeyi seçerim. Bazen olup biteni, bazen dünün değerlendirmesini, çoğunlukla da hayallerimi tekrar tekrar düşünerek başlarım güne. Hiç sevmedim başlangıçlar ise o gün ne yapacağımı planladığım anlardır. Yani yapacaklar listesi yaptığım dakikalar. Gün içindeki önemli olacağını düşündüğüm anlar. 

Plan dediğin nedir ki. Çok sıkıcı! Seni sınırlayan, sorumlu kılan, yapmazsan suçlanacağın işler. Başarısızsın bugün yine yapmadın. Neyi…

Ne olduğunun ne önemi var. Oysa Ego öyle demiyor. Tembellik etmen lazım. Hayallerin sınırını düşünüyorum. Ben hiç kadın olmayı hayal etmedim mesela. Erkek olmaktan memnun olduğumdan değil! Kadın olmanın dayanılmaz eziyetinden. Kapı dinlemeyi de hiç hayal etmedim. Oysa tüm yerli dizilerde keşfedilmesi öğrenilmesi bilinmesi gerekenler hep kapı arkasından duyabildiklerinden ibaret değil mi? Kötülük de hayalime sığdıramadıklarımdan. Çok ünlü bir şarkıcı olup annem için şarkı yazmayı da hayal etmedim. Yada seni itip düşürmeyi. Bir çocuğun yüzüne kezzap atmayı da hayal etmedim, aşağılamayı, tecavüz etmeyi, dövmeyi, yaralamayı, öldürmeyi de hayal etmedim. 

Katilin uşak çıkmasını beklerken evrim geçirmiş bir çiçeğin gece ve gündüz karbondioksit salınımı yaparak yaşlı çifti zehirlediğini anlatan bir hikaye yazmayı hayal ettim. İçinde kan olmadan ölüm olan bir hikaye. Şiir yazıp tüm dillere çevrilmesini, şiirlerimi artan ve veya azalan dizeler ile yazmayı hayal ettim hep. Bir mühendis olarak konforlu arabalar tasarlamayı hayal ettim. Akşam evimde evin garajında rengini, farını, sinyalini, aynasını, armasını, direksiyonunu değiştirebileceğim bir dünyada olmayı hayal ettim. Astranoy olup tek başıma yeni yıldızlar keşfetmeyi, yeni yıldızlarda dostluklar kurup dünyamı anlatmayı istedim. Bir bardak suda güneşlenmeyi ve hızuru düşündüm. Çocukken en büyük hayalim büyüdüğümde hala hayal kurabilmekti. 

Bugün hayal etmekten çok uzağım. Bugün günün ilk dakikalarına tüm hayalleri bir merminin içine sığdırılan gencecik bir kızın sessinin yok oluşunu seyrettim. 

Bugün hayallerim siyah

Bugün güne uyuyarak başlamak istiyorum