TELDEN ARABA

Bugün biraz çocukluğuma gitmek istedim. Akşama yine sizlere #Reliability yazmaya devam edeceğim. 2012 yılında kaleme aldığım bir yazımı olduğu gibi tekrar aktarıyorum.

Bahçeli bir evde doğdum.
Çocukluğumda bahçeli bir evde geçti.
Sokağımızdaki evlerin biri hariç hepsi bahçeli idi.
Aşağı köşedeki caminin hemen üstündeki evin kapısında apartman yazıyordu.
O bile sadece 3 katlı idi.
Tüm çocuklar sokakta oynardık.
Neler mi oynardık.
Genelde kızlı erkekli karışık oyunlarımız vardı
Kızlar büyüdüklerine karar verip aramızdan tek tek ayrılana kadar
İstop oynadık,
Yakar top oynadık
İp atladık
Ayak ipi oynardık
Taş sektirirdik.
Saklambaç ve elim sende oyunları vazgeçilmez oyunlardı.
Şimdi istop nedir der gibi baktığınızı internette arattığınızı düşünüyorum.
Çok eğlenceli idi.
Bir top yeterdi oynamak için.
Ebe olan topu havaya atar ve birinin adını söyler.
Geriye kalan herkes mümkün olduğu kadar uzağa kaçardı.
Oyunda önemli olan topu yakalayandan sizi vuramayacağı mesafeye kaçmaktı.
Yakar top ta benzer bir oyundu.
İki rakip oyuncunun arasında durur attıkları toplardan kaçmaya çalışırsınız.
Atılan topu yere düşürmeden yakalarsanız ilave bir can kazanırdınız.
Ayak ipi de gelişme çağındaki çocuklar için geliştirilmiş bir oyundu sanki.
Ayaklarınızı yerden kesen bir oyundu tıpkı ip atlama gibi.
Özellikle kızlar oynarlardı.
Ne kadar da çok oyun varmış oynadığımız.
Bir telden arabayı yazmak isterken, neler varmış neler…
Bizim cilli dediğimiz kim yerde misket kimi yerde bilya diye bilinen küre halindeki cam parçaları ile
Kafa karış ve mors oynardık.
Sokağın toprak olan bölümlerinde küçük kuyular kazıp
Cillileri sırasıyla o kuyulara sokmaya çalışırdık.
Bugün golf diye bilinen zengin aristokrat sınıfının oyununa çok benzerdi
Çok şaşırdınız değil mi?
Hangisi daha eski bilemiyorum.
Resimli romanların üzerine attığımız bozuk parada bir oyundu
Şimdi fark ediyorum biz erkeklerin kumar tutkusu çocuk yaşlarda başlamış.
Para üzerinde durmasın diye kitap kapaklarını cilalardık.
Ayakkabı cilası sürerdik evet
Güzelce parlasın ve kaygan olsun diye de kadife bir bezle saatlerce ovalardık.
Kader kısmet vardı, yine bir şans oyunu
Gofret verirdik boş yeri kazıyanlara büyük ödül mü bir paket çikolata idi.
Futbol vazgeçilmezimiz idi hepimizin.
Arka sokak ile yaptığımız maçlar unutulur gibi değil.
Sokakta oynardık evet.
Araba mı ne arabası sokağa giren sadece 2 araba vardı
Biri yeşil bir Anadol.
Diğeri de gıda toptancılığı yapan komşumuzun dükkanı pardon kamyoneti.
Kızların vazgeçilmezi evcilik ile ayak ipi idi.
Büyüdükçe el emeği oyunlarda arttı.
Kızlar evde paçavralardan yorgan içine tıkılan yünlerden bez bebekler yapmaya başladı.
Bizlerde bilyalı arabalar (tornet) ile telden arabalar.
Kimi yörelerde bilyalı arabalara  torent dendiğini yeni öğrendim.
Sormayın ben de bulamadım anlamını
Biz bilyalı derdik.
Tahta bir sandık altına dört bilya takarsın.
Salarsın kendini sokağın üstünden aşağıya doğru.
Kırılır yeniden yaparsın.
Bir süre sonra kontrol etmek istersin aşağıya doğru inerken.
Öne taktığın bilyaların olduğu parçayı hareketli yaparsın
O parçanın iki ucuna da ip bağlayıp kontrol etmeye çalışırsın.
Yine de kolayca parçalanır.
Nasıl dayansın ki.
Haftada 2 tane parçalardık.
Birden sokaktaki tüm çocuklara bisiklet alındı.
Bana kocaman bir üç tekerlekli bisiklet.
Sonra da bilyalı yasağı geldi ailelerden.
Bilyalı ile kayarken çıkardığı ses şimdi düşünüyorum da çok dayanılır gibi değildi.
Bilyalı modasını birden tel arabaya kaptırdı.
En sevdiğim işti tel araba yapmak.
Şimdi diyorum keşke bunları fotoğraflar ile ölümsüzleştirseymişim.
O gün belli idi benim kaportacı olacağım.
17 farklı telden arabam vardı.
Bazılarında vites bile yapmıştım işe yaramasa da görüntü olarak
Popüler modellerin hepsinden vardı.
Kamyon, otobüs bile
Nedense en çok Devrim arabasına benzetmeye çalıştığımı severdim.
Ne Mercedes ne de BMW
Her gün Devrim ile oynardım.
Arabalarımızı gezdirirdik.
Süslerdik
Bende adını Devrim koymuştum.
Devrimin kapıları açılır kapanırdı.
Bir kalem pile bağlı iki ampul ile ön farları bile vardı.
Pek havalı idi.
Geriye kalan her şeyi telden bu arabanın
….
 5/01/2012

BURSA İLE GURUR DUYUYORUM

Doğup, büyüdüğüm şehir ile gurur duyuyorum.

Bursa Çimento bir çok anlamda öncü olmuştur.

Karoseri sanayisi ile de yön vermiştir tüm ülkeye. Bu konu ile ilgili olarak KOCA USTA yazımda sizlere bahsettim. https://okandinc.com/2023/05/21/koca-usta/

Daha sonra bu işi de başka şehirlere kaptırdı.

Mudanya Mütarekesi genç Türkiye Cumhuriyeti için çok önemli bir kazanımdır.

Bu organize sanayi bölgesinin kurulumu dedem Hüseyin Hiçdurmaz’ ın büyük çabası ile gerçekleşmiştir.

Bisiklet tutkunu arkadaşım Ali Beytekin’ in kulakları çınlasın.

Lise yıllarımda çok aradım dolaştım dağ bayır. Sadece 2 tanesini buldum diye hatırlıyorum o keşiş kiliselerinden.

Ben Bursa’ya gittiğim de cantık (Tatar pidesi) ve pideli köfte yemeği tercih ederim.

Bursa Erkek Lisesi mezunu olarak gurur duymamak mümkün değil.

TOFAŞ Spor Kulübünün bendeki yeri farklıdır. Sadece güreşte değil Bursa için birçok amatör branşta gençlere destek olmuştur. Tofaş Yıldız Basketbol takımında oynamış olmak benim için bir gurur kaynağıdır. TOFAŞ kulübü aynı zamanda Bursa Erkek Lisesi’nin basketbol sponsorluğunu yapmıştır. Bursa Erkek Lisesi Basketbol Takımı da Dünya beşincisi olma başarısı göstermiştir. Buradan tümbunların gerçekleşmesi için yoğun emek harcayan TOFAŞ Spor Kulübü Kurucu Başkanı Yalçın İpbüken hocama Bursa gençleri adına teşekkür ediyorum.

Muazzez İlmiye Çığ, Zeki Müren, İlhan İrem Bursa doğumlu ünlülerin arasındadır. Daha adını buraya sığdıramadığım bir çoğu gibi.

Sevgi ve saygılarımla

IŞIK, HİKARİ OE İLE AYRI BİR ANLAM KAZANDI.

1963’te ciddi bir beyin fıtığı ile dünyaya geldi, Nobel Edebiyat ödüllü Japon romancı Kenzaburo Oe’nin oğlu besteci Hikari Oe. Kenzaburo ve eşi bu ilk çocuklarına “IŞIK” anlamına gelen “Hikari” adını verdiler. Engelli bir çocuk olarak doğmuştu. Engeli oldukça büyüktü. Nesnel ve fiziksel olarak küçük görünen engel tıbbi olarak çok büyüktü. Geçirdiği büyük bir ameliyat sonucunda hayata tutundu.

Nefes alıp vermesinin dışında oyuncak bir bebekten hiçbir farkı yoktu. Tamamen hareketsiz ve sessizdi. Ne konuşuyor ne de herhangi bir tepki veriyordu. Göz kapaklarını dahi kırpmadan boş boş bakıyordu. Doktorlar defalarca ailesine ötenazi önerdiler. O günlerde savaş sonrası Japonya’sında engelli algısı daha çok ekonomik bir yük olarak görülüyordu. Yıllar hızla ilerliyor ama Hikari bedensel olarak büyüdüğü hıza bir türlü yetişemiyordu. 6 yaşına kadar bu durum sürdü.

Kenzaburo San ilk defam 1964 yılında yazdığı kitabında bahsetti oğlundan. Ama hiçbir zaman doğrudan bir anlatım ve tanımla değildi bu. “Kojinteki na Taiken” (Kişisel Deneyim) isimli bu eseri birçok eleştirmen tarafından en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir. Kitaptaki bahsettiği ana karakter kendisidir aslında. Çocuğunun doğuşu ile birlikte yaşadığı hayal kırıklığını, yok olup giden beklentilerini, içsel kargaşa ve kavgalarını anlatmaktadır. Baba olmanın sorumluluğu ile kişisel özgürlük ve hayallerinin çatışmasını edebi bir dil ile ortaya koymuştur. Bu kitabı ilk okuduğum da Japonların ikinci dünya savaşından sonra aslında savaşı kaybetmediklerini mücadele etmeyi öğrendiklerini daha iyi anlamıştım.

Toplumun beklentileri ile kendi arzuları arasında kalan yazar, bireysel özgürlük, ahlaki sorumluluk, toplumsal normlar ve bireysel kimlik gibi temaları derinlemesine işler. Aslında Hikari’nin doğuşu yazar için bu romanı yazma motivasyonu olmuştur. Özellikle doktorlardan ve toplumdan gelen ötenazi baskısı altında bu roman bir şaheser olmasının yanında yazarın kurtuluşu nasıl keşfettiğinin yansımasıdır. Mücadele ve vazgeçmemenin en önemli kişisel deneyim olduğunu bana öğretmiştir. Yazarın edebi üslubunu ve derinlikli karakter analizlerini sergilediği bir roman olarak dikkat çeker. Ayrıca, Japonya’da savaş sonrası toplumsal ve ahlaki değişimlere odaklanmasıyla da önemli bir eserdir.

1967 yılına geldiğinde 4 yaşına basan Hikari hala tepkisiz ve hareketsizdir. Doktorlar bu sefer de Hikari için “Otizm” teşhisi koymuşlardır. Yazar, “Man’en gannen no futtoboru” İngilizce’ye “The Silent Cry” olarak çevrilen sessiz ağlayış isimli kitabını yazar. Gözyaşı kanalları dahi kuru olan Hikari, canı yansa dahi ağlayamamakta ve tepkisiz kalmaktadır. Yazar bu olaydan esinlenerek, Japonya’nın savaş sonrası dönemine odaklanır ve toplumsal değişimlerin yanı sıra aile, kimlik ve bireysel sorunlar gibi temaları ele alır. Bu romanda da ana karakter yine kendisi ve oğlu Hikari’dir. Batının etkisinde kalan Japonya’da toplumsal olarak da büyük değişim ve dönüşümler yaşanmaktadır. Geçmişin tarım ve balıkçılık toplumu olan Japonya gittikçe sanayi toplumuna dönüşmektedir. Bu kitabı okurken özellikle TOYOTA ile yaşanan sanayileşme daha net anlaşılır hale geliyor. Yazar bu romanında yine, derinlikli karakter analizleriyle birlikte, toplumsal ve tarihsel bağlamları ele aldığı bir roman olarak önemli bir yer tutar. Savaş sonrası Japonya’nın karmaşık durumunu ve bireylerin bu durumla nasıl başa çıktığını anlamak için kişisel ve toplumsal perspektifleri bir araya getirir. Roman, insan doğasının karmaşıklığını, aile ilişkilerinin karmaşasını ve toplumsal değişimin getirdiği sorunları vurgular.

2000 yılında yazdığı “The Changeling” kitabında ise Hikari’nin 1963 te doğumundan o güne kadar olan kendi verdiği mücadeleyi yazmıştır. Beni en çok etkileyen kitabını ise 1983 yılında yazmıştır. “Uyanın Ey Yeni Çağın Gençleri.” bir otobiyografidir. Bu kitabı yazarken özellikle “William Brake” ‘in şiirlerinden etkilenmiştir. Belki de en çok etkilendiği mısralar şunlardır;

Ben siyahtan, o beyaz buluttan özgürken,
Ve Tanrı’nın çadırının çevresinde kuzular gibi sevinirken:
Dayanana kadar onu sıcaktan gölgeleyeceğim,
Sevinçle babalarımızın dizine yaslansın.
Sonra durup gümüş saçlarını okşayacağım,
Ve onun gibi olacağım ve o zaman beni sevecek

Japonya’da “aile değerleri”, çoğu insan için tasavvur bile edilemeyecek kadar sorgusuz sualsiz hakimdir. Japonya’da, bu tür adetler ve tutumlar, Konfüçyüsçü hiyerarşi ve sadakat ilkelerinden türetilmiştir ve bunları, her şeyin verimlilikle ilgisi ve çok az merhametle ilgisi olarak nitelendirmek kolaya kaçmak olacaktır. Aslında Japon toplumu acımasız olmaktan çok uzak ama merhametli ve grubu koruyan bir yapıya sahiptir.

Lindsley Cameron kitabında, ” 1968’de Oe, “Baba, Nereye Gidiyorsun?” dilsiz ve bedensel engelli bir çocuğun babasının, oğluna yokuş aşağı koşmayı, yokuş aşağı koşarak nasıl öğrettiği, oğlu eylemi taklit edene kadar oğlunun adını defalarca çağırdığı. Ve 1969’da, çarpıcı, ürkütücü derecede yoğun kısa romanı “Bize Deliliğimizi Aşmayı Öğretin”de, bir babanın gelişimsel engelli oğluyla olan başka bir ilişkisini anlatır. Bu, gerçekten ürkütücü yoğunlukta bir ilişkidir; bunda neredeyse erotik bir şey var. Bu baba, çocuğa kendisiyle söylenen kelimeleri tekrarlamayı öğretmeyi başarmıştır, ancak çocuğun sesleri anlayıp anlamadığı hiçbir zaman net değildir. Baba, oğluyla özdeşleşir, oğlunun acısını fiziksel olarak yaşar ve onu yorumlayabilecek ya da başkalarına açıklayabilecek tek kişinin kendisi olduğuna inanır.” diyor.

1969 yılında ilk kez konuşan Hikari, bugün 59 yaşında ve sadece 12 yaşındaki bir çocuğun zekasına sahip.

  1. “Hikari no Koe” (Işık Sesi): Hikari Oe’nin müzikal eserlerinden biridir. Piyano ve diğer enstrümanlarla icra edilen bu eser, duygusal ve zarif bir atmosfer yaratır.
  2. “Hikari no Orfe” (Işık Orfe): Bu eser, Hikari Oe’nin orkestra için bestelediği bir yapıttır. Eserde, klasik müzik tarzının yanı sıra çağdaş unsurlar da bulunur.
  3. “Hikari no Naka ni” (Işık İçinde): Bu şarkı, Hikari Oe’nin sözleri ve bestesiyle birlikte yorumladığı bir parçadır. Şarkıda, umut, sevgi ve yaşamın anlamı gibi temalar işlenir.
https://youtu.be/l4e3pI8k6zY

BİR YİĞİT GURBETE GİTSE GÖR BAŞINA NELER GELİR

Bir bir veya daha fazla kişi ve ayakta duran insanlar görseli olabilir
Bir bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve iç mekan görseli olabilir

Geçtiğimiz hafta sonu Antalya’da 2021 Cumhuriyet Kupası Açık İkili Briç Şampiyonası vardı. Türkiye’nin en iyi oyuncularının çoğu oradaydı. Boyumuzun ölçüsünü aldık ve döndük.(B finalinde 100 takım içinde 41.) Yolda yürürken kendi kendime “Kalk gidelim sevdiğim bu el bize yaramaz, anam yaramaz” türküsünü mırıldandığımı hatırlıyorum.🥲 Olsun! Daha yaşım genç önümüzdeki maçlarda telafi ederim. Tam bu üzüntüyü yaşarken iyi haber İstanbul’dan geldi. TBF’nin (Türkiye Briç Federasyonu) yaptığı sıralamaya göre Ata Briç Derneği’nde an itibarıyla 2021 yılı birincisiyim (494 sporcu içinde) Güncel sıralamayı bu linkten görebilirsiniz. https://mp.tbricfed.org.tr/ranking/by-club?club=506&year=2021&month= An’ı yaşamayı severim, mutluluğu ertelemeye gerek yok. Yıl sonunu bekleyemedim kesin sonuç için, belki de yerim değişir yazacak bir şey kalmaz, 🤔🙂 yıl sonuna kadar kim öle kim kala.😊 Dereyi görmeden paçayı sıvamışsın diyenlere “carpe diem” diyorum.

Hazır briç konusunu açmışken hiç bilmeyenler için bir şeyler yazmalıyım. İlk söyleyeceğim şudur: İskambil kağıdıyla oynandığı için kafanızdaki “kağıt oyunu, kahvehane oyunu” ön yargısını silin bir kere. İsmet İnönü, Erdal İnönü, Bill Gates, Nafiz Zorlu, Ömer Şerif, Atilla Dorsay, Hınçal Uluç, Dwight D. Eisenhower, Warren Buffet, Martina Navratilova, George Jacobs, Ömer Şerif, Woody Allen, Güven Erkaya, Li Lanquing gibi ünlü ve başarılı kişiler boş işlerle uğraşır mı? Hepsi çok iyi birer biriççi.

Briç zekâ ve yetenek oyunudur. İçinde bilgi, iletişim, uyum, konsantrasyon, dayanışma, psikoloji, sezgi, analiz, karar verme vardır; hayata dair her şeyi içerir, hayatın ta kendisidir. Gerçek bir beyin oyunudur, uluslararası bir spor dalıdır. Briç federasyonumuz ve bir briç milli takımımız var. Ortaklığa ve uyuma dayanır, bireysel başarı söz konusu değildir. Ortak düşünme ve beraber çalışmayı öğretir. Ortağınızın kartlar aracılığıyla size ilettiği bilgileri yorumlayıp, rakibinizin gücünü de hesaba katarak ortak haneye katkı sağlama çabasıdır. Briçte tek başına ben böyle düşündüm karar verdim mantığı yoktur, eşler (ortaklar) arasında kurulan anlaşmalar büyük önem kazanır. Ortağa ve rakiplere saygı esastır. Ayrıca sosyalleşmeyi, özgüveni artırır ve çok iyi bir çevre edindirir. Değişik puanlama sistemleri vardır. Esas olan zon bağlayıp, o zona ait puanları alıp verilen ikramiyelerle, oyunu kazanmaktır. Şilem ve grand şilem gibi en yüksek değerli bağlamalar da işin tadı ve keyfidir. Briç müzikle birlikte evrensel bir dildir. Günün her saatinde internet üzerinden bir yabancıyla ortak olup dünyanın herhangi ülkesindeki başka yabancılara karşı oyun oynayabilirsiniz. Turnuva brici şansın etkisini en aza indirmesi nedeniyle satranca benzetilebilir

Bu oyunda ihtiyat- atılganlık, korku-cesaret, mantıkla-duygusallık, akıl- hırs en uygun şekilde dengelenir. Ne çok sağlamcı olmalı ne de büyük risklere girmeli, en iyisi ideal bir karışım kurmaktır. Tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi, hayatın yansımasıdır bir anlamda. Aile ve iş yaşamında karar almak da böyle değil midir? Yani elimizde veriler, deneyimlerimiz ve içgüdülerimiz, biraz da paramız var karşıda da hayatın dayatmaları ve gücü (Briçte rakip takım diyelim) var. Kendimiz, eşimiz, çocuğumuz ve ortağımız için en doğru sağlıklı sağlam kararı vermeliyiz.

Olumsuz dağılımları sükunet ve disiplinle karşılanmasını gerektirir. İyi bir briççinin iyi bir evliliği, başarılı olduğu bir işi ve sosyal çevresi vardır.

Briç spordur: Çünkü sporu tanımlayan tüm unsurları içermektedir. Disiplin, kurallar, etik, katılım, eğitim, rekabet, performans, konsantrasyon, mücadele ruhu, dayanıklılık, dürüst oyun (Rakibin elini görmek bile istemeyiz) öyle ya; zeka sporu deyip de rakibin elini dikizlemek hoş değil. (Yine de her şeye rağmen büyük turnuvalarda ortaklar birbirinin yüzünü, gözünü, kaş göz işaretini görüp; manyel, sinyal, tüyo vs olmasın diye masanın ortasına paravan konur ve eşler birbirinin yüzünü görmezler)

Briç öğrenmesi kolaydır, zor olan iyi briççi olabilmektir. Her oyunda yeni bir şey öğrenir, yeni bir ders alırsınız. Briç o kadar iddialı bir oyundur ki ortada maddi bir çıkar yokken eşler oyun sırasında birbirine girebilir, oyun yarıda kalabilir. Çünkü ortada zor durumlar karşısında ortakların kağıt diliyle birbirlerine önerdikleri çözüm yolları (zekâ önerileri) vardır. Duruma göre size doğru gelen eşinize göre yanlış olabilir o an için bir rekabet ve çekişme içindesiniz. Herkes akıllı(!!) olduğuna ve kimse zekâsına toz kondurmayacağına göre ortaklar başlar kavgaya. Bu durum belki de gizliden gizliye bilinçaltında (Veya alenen) yapılan zekâ savaşı veya gizlenemeyen kibirdir.

Briç oynarken tam bir sessizlik hakimdir; salonda çıt çıkmaz, kütüphane ortamı oluşur oyuncular susar, kağıt ve zekâlar konuşmaya başlar. Akıl ve mantık çerçevesinde doğru karar vermeye ve uygulamaya çalışırsınız. İyi bir briççi anlık karar verebilme yetisine sahip olmalı duygularını ve ruh halini iyi yönetebilmelidir. Briç oynayan insan alzheimer ve parkinson olmaz. Oynarken oynadığınız eli düşünürken, zihninizdeki güncel problemleri unutur ve stresin etkisini azaltabilirsiniz. Bu arada oynanmış elleri oyun sonunda rakiplerle ve ortakla analiz etmek çok keyiflidir. Maç sonu yapılan spor proğramları gibidir. Öyle olsaydı, böyle olsaydı diye uzar gider…

Briç birçok Avrupa ülkesinde ve İsrail’de zorunlu derstir. Türkiye’de Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi başta olmak üzere 12 üniversitede seçmeli ders olarak verilmektedir. Çocuklarınızı erken yaşlarda briçe yönlendirin lütfen. http://www.bricciyiz.biz/genc/Secmeli.aspx

Yazımı ünlü briççilerden alıntılarla bitireyim. Mısırlı aktör Ömer Şerif “Seks yaparken briç düşündüğüm çok oldu ama briç oynarken seksi hiç düşünmedim” demiş. Woody Allen da brici seksle kıyaslıyor: “Sevişmek briç oynamak gibidir, eğer iyi bir partneriniz yoksa iyi bir eliniz olmasını ummalısınız.”

Gürsel ÇELİKKANAT